Yolum Karadeniz’e düştü. Aslında aile kökenimiz Karadeniz’li dir. Ben daha 9 yaşında İlkokul 3. Sınıfa giderken babam tarafından Yalova’ya getirildim. İlkokul’u bitirdikten sonra çıraklık vs. Hayat yolunda dalıp gitmişim. Yaş kemale erince, biraz da şartlar müsait olunca zaten hep rüyalarıma giren memleketim Giresun’a dönüş yaptım.
İlk geldiğimde özel arabam yoktu, Bulancak’da otobüsten indikten sonra hemşerilerimin yani köylülerimin bulunma ihtimali olan bir mevkiiye intikal ettim.
Orada beni tanıyanlar oldu, akrabalarımla buluştum. Bu kadar içten ve bir o kadar da sıcak karşılanmak beni oldukça memnun etti. Nihayet bir akrabam beni kendi özel aracıyla evine götürdü. O gün bizimle birlikte aynı araçla çarşıdan eve gelen hanımlar vardı. Bizler beyler olarak oturup dinlenmeye geçince, hanımlar hemen işe koyularak bize sofra hazırladılar.Biz yemeğimizi yerken onlar da evin diğer işleri ile ilgilenmeye başladılar. Hayvanların ihtiyaçları vs. gibi işler. Yemek yenmiş sıra çaya gelmişti. Hangi arada demlendiyse çay da hazırdı ve biz beyler hep beraber çaylarımızı yudumlarken haşlanmış patates de sini ile sehpanın üzerine bırakıldı. Ben bir yandan çayımı yudumluyor bir yandanda; "bu hanımlar hangi ara yemek yer hangi ara dinlenir bu tempoya nasıl dayanırlar" diye düşünüyordum. Ben aklımdan bu değerlendirmeleri yaparken, evin genç delikanlısının; "Anne çay koy..." demesi başka söze gerek bırakmadı...