Önce “Demokratik Açılım” denilen ve “Habur Görüntüleri” ile baştan beri yapılan eleştirileri haklı çıkaran süreç, şimdilerde “Barış Süreci” veya “”Çözüm Süreci” ya da “İmralı Süreci” adı altında topluma dayatılmak istenmektedir.
Önceki süreçte olduğu gibi, demokrasi ve barış kültüründen nasibini alamayanların, “barış” gibi hemen hemen herkesin onaylayacağı ve sahip çıkacağı bir olguyu yaşama geçirebilmesi olanak dışı gözüktüğü gibi, oluşturulan ve “âkil adamlar” ya da “âkil insanlar” denilen listeye bakıldığında, bu sürecin aktörlerinin bu konuda samimi olmadıkları da çok açıktır. Bu listenin oluşturulma yönteminden başlayan sakatlık, listede yeralan demokrasi ve barış kültüründen yoksun kişilerin varlığıyla pekişmiştir.
Daha düne kadar kendileri gibi düşünmeyen aydınlarımızı hedef göstererek katledilmelerini dolaylı olarak gerçekleştiren gazetelerin yöneticileri ile geçmiş yaşamlarında politik ve demokratik bir duruş sergileyemeyen fakat salt popülerlikleri ile halkı yönlendirme misyonu kendisine verilen sanatçıların birlikteliğinden, olumlu bir şeyler beklemek, halkın zekâsıyla alay etmektir.
Bu sürecin gayrisamimi olduğunun bir diğer göstergesi, “başkanın âkilleri”nin ülke genelinde düzenlediği toplantılara katılan kişilerin kimliğidir. Toplumda karşılığı bulunmayan, katılma nedeni iktidara yakın olma ölçütü olan kişilerin katıldığı bu toplantılar ile toplumun nabzının nasıl ölçüleceğinin takdirini kamuoyuna bırakıyoruz. Bu konuda dahi demokrasi duygusundan yoksun olduğunu ortaya koyanlara, kendi kendilerine kurguladıkları senaryoyu sahnelemeye çalışanlara, en güzel yanıtı halk verecektir. Nitekim bugüne kadar yapılan toplantılara gerçekleşen katılımlar ve katılımcıların kimliği, bu anlamda gerekli yanıtı oluşturmuştur.
Toplumsal ve siyasal sorunlar, ancak ve ancak demokrasi ile çözülür. Bu da, demokrasiye inananlarca ve ancak demokrasinin egemen olduğu bir ortamda gerçekleştirilebilir. Demokrasiye inanmayanların, demokrasiyi hedefe ulaşmak için “tramvay” olarak görenlerin ise, çözümün bir parçası olduğunu tarih bize göstermemiştir. Görevlerini yaptıkları için avukatların ve gazetecilerin tutuklandığı, muhalif olanın yasadışı bir örgüt üyeliği yaftasıyla cezalandırıldığı bir anlayış ile demokrasi de olmaz barış da. Ve bu antidemokratik uygulamalara karşı tek laf etmeyen, eleştiride bulunmayanların “âkillikleri ise ancak lafta kalacaktır. “Başkanın Âkilleri” olmaktan öteye de geçemeyeceklerdir.
Geçmişteki söylem ve eylemler ile “yeni anayasa” çalışmaları sırasında getirdikleri öneriler birleştirildiğinde asıl amacı gayet açık bir biçimde ortaya çıkan zihniyet, “stratejik sığlık” politikası çerçevesinde, bölgede kukla bir “yeni Osmanlı devleti” ve onun başında “yeni sultan” yaratma çabası içindedir. Ve bu yolda gidilirken gerekli iki kilometre taşından biri “yeni anayasa”, diğeri ise “başkanlık (=sultanlık) sistemi”dir. Bu iki aşamayı başarıyla geçebilmenin yolu da, anlaşılan o ki, “barış” aldatmacası ile Kürt yurttaşlarımızı hâkim mezhep üzerinden din eksenine çekmektir. Bu ise, toplum nezdinde, daha derin bölünmelere yol açacaktır. Laik devlet anlayışı, tüm uygar devletlerde olduğu gibi, bu ülkenin çimentosudur ve olmazsa olmazıdır. Ortadoğu coğrafyasında yıllardır devam eden savaş ve çatışmaların nedeni, laik-demokratik devlet ve toplum yapısının kurulamamış olmasıdır. Bu ülkeyi, aynı kaos içine çekmek isteyenlerin, her türlü eksiğine karşın bu coğrafyada tek demokratik ve laik ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kazanımlarını yok ederek, emperyalizme hizmet ettiği açıktır. Son olarak (Hatay) Reyhanlı’da yaşanan acı olay, yaşanan can kayıpları ve ardından basına uygulanan sansür, hem yapay ve gerçeklikten uzak yürütülen dış politikanın iflas ettiğinin, hem de “ileri demokrasi” aldatmacasının göstergesidir.
Bu nedenle, bugünlerde yürütülmekte olan gayrisamimi ve yürütülme biçimi ile toplumsal birliğimizi bozucu bu sürecin yanında olmadığımızı bir kez daha belirtmek isteriz.
Av. Ahmet KÖKSALAtatürkçü Düşünce Derneği