Seyhan ELMACI / Giresun Din Hiz. Uzm.
RAHMET DERYASI
Rahman ve Rahim olan Allah (c.c.)’ın, Rahim ve Rauf olan Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin yeryüzünü, kâinatı nurlandırışının üzerinden asırlar geçti. 571 den 2011’ e kadar geçen yüz yılların unutturamadığı değerli insan “ Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.).
Bu dünyadan nice insanlar geldi geçti. Yeni yeni fikirler ortaya koydular, çok güzel sözler söylediler. Kiminin etkisi on yıl, kiminin ki elli yıl, bazısının ki de belki yüz yıl sürdü. Yüzlerce yıl sonra bile unutulmayan, her geçen yıl yeni söylenmişçesine etkili, söyleyen hala hayattaymış gibi yakın hissedilen kaç kişi var acaba? Oysa Fahr-i Kâinat Efendimiz on beş asırdır hep bizimleymiş gibi yakın, seviliyor, unutulmuyor, unutulmayacak da. Çünkü o “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir” (Ahzab 40) ayetinde Rabbimizin belirttiği gibi Hâtem-i Enbiya’dır.
Allah (c.c.) Rasulünü kendisi sevmiş ve kâinata da sevdirmiştir. Bu durumu merhum Elmalılı Hamdi Yazır “ Sevdin Habibini kâinata sevdirdin. Sevdin de hil’ati risaleti giydirdin” diyerek ne güzel dile getiriyor.
Âlemin Yaratıcısı Allah (c.c.) “(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. ”(Enbiya 107)” ayet-i celilesiyle Yüce Rasulün insanlara nasıl sevdirildiğini açıklıyor; “rahmet”. Rahmet için gönderilen Peygamber, bu rahmetin gereğine uygun davranarak kâinatın sevgilisi olmuştur.
“ Allah’ın rahmetinden dolayı Ey Muhammed sen onlara karşı yumuşak davrandın eğer kaba ve katı kalpli olsaydın şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi.”(Ali İmran 159)
Allah’ın Habibinin merhameti yalnızca bir grup insana yönelik değil, bütün canlıları kuşatan bir merhametti. O hem müminlere hem de diğer insanlara karşı merhamet deryasıydı. Kur’an’da “And olsun size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe 128) buyrulurken Peygamber Efendimiz de bir hadis-i şerifinde merhametinin enginliği şu şekilde dile getiriyor: “Rabbimin nezdinden bir melek geldi ve ümmetimin yarısını Cenab-ı Allah cennete koymak ile şefaat arsında bir tercih yapmamı istedi. Ben şefaati tercih ettim. Zira şefaat daha umumi ve kifayetlidir. Siz bu şefaatimin ümmetimin müttakilerine mi olduğunu sanıyorsunuz? Hayır! O ümmetimin hata ve günah işlemiş, günahlarla kirlenmiş olanları içindir.” (İbn-i Mace, Zühd, 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/75)
Rasulullah, kendilerine tebliğde bulunduğu ancak İslam’a girmeyen insanlar için de Allah’ın dininden ve rahmetinden mahrum kalacakları için neredeyse hasta olacak kadar üzüldüğü Kur’an-ı Kerim’ de “Demek sen bu söze (Kur’an’a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek adeta kendini tüketeceksin!” (Kehf 6) “ Ey Muhammed! Mümin olmuyorlar diye adeta kendini helak edeceksin!” ayetleri ile Rabbimiz tarafından ifade ediliyor. Bütün insanlar ateşten kurtulsun, hiçbirine cehennem narı dokunmasın istiyor.
Peki, istiyor da bu sadece istek olarak mı, bir temenni olarak mı kalıyor? Elbette ki hayır! Merhameti sebebiyle insanları Allah’ın dinine çağırıyor, bıkmadan usanmadan ve hiçbir ücret beklemeden. “De ki ben buna karşılık sizden dileyen kimsenin, Rabbine giden yolu tutmasından başka herhangi bir ücret istemiyorum.” ( Furkan 57) O insanlar onu yalanlasalar da, mecnun deseler de bu davet devam ediyor. Yalnızca “La ilahe illallah / Allah’tan başka ilah yoktur” dediği ve onları bu yola çağırdığı için taşlanarak kanlar içinde kalsa da, yaralanıp dişi kırılsa da onlara hiç beddua etmeden “Rabbim kavmim bilmiyor” diye onlar adına Rabbine yalvaracak kadar merhamet dolu.
Doğduğu, büyüdüğü, “ümmetimin hanımefendisi” dediği Hz. Hatice ile evlendiği ve her şeyden önemlisi vahiyle ilk muhatap olduğu yer, atası İbrahim ile İsmail’in inşa ettiği Allah’ın evi Kâbe’nin olduğu şehir Mekke’den çıkmak zorunda kaldığında da yine merhametinden, hiç beddua etmedi. Yıllar sonra bu merhamet sebebiyledir ki Mekke fethedildi ve Mekke halkı İslam’ girdi. Âlemlere rahmet olmanın gereğini Rauf ve Rahim olan Rasul-ü Zişan Efendimiz, her sözünde, her davranışında en güzeliyle yaşıyordu. O Üsve-i Haseneydi ( en güzel örnek) “Ey inananlar! And olsun ki, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlara ve Allah'ı çok anan kimselere Rasulullah (Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir.”(Ahzab 21). Örnek olmak için de elbette merhameti yaşamalıydı.
Kâinatın Efendisi, merhamet timsaliydi. Allah onu “Âlemlere rahmet olarak” göndermişti. Rahmeti, merhameti yaşasın, yaşatsın, merhameti öğretsin diye gönderilmişti. Kur’an-ı Kerim’de “Onlardan biri, kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir! Kendisine verilen kötü müjde (!) yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu aşağılanmış olarak yanında tutacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? Bak ne kötü hüküm veriyorlar!” (Nahl 58–59) diye tarif edilen “diri diri toprağa gömdükleri kız çocukların “ hangi suçtan öldürüldüğü” sorusunun yöneltileceği bir topluluğa merhameti öğretmek için gönderilmişti. Ayet ayet, sure sure yirmi üç yılda gelen vahiy, âlemlere rahmet Hz. Muhammed (s.a.v) aracılığı ile bu topluluk laboratuarda işlem gören bir madde gibi “kan leş yiyen bir topluluktan “ karıncayı incitmeyen, merhamet dolu bir topluluğa dönüştü. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömerken şimdi artık “ develerinin yükünü çözmeden” dinlenmez hale gelmişlerdi.
Çünkü onların Peygamberi ümmeti için gözyaşı döken, kuşu ölen bir çocuğa taziyeye giden, karşılaştığı her çocuğun başını okşayan, ailesi başta olmak üzere hiç kimseye sesini yükseltmeyen ve çıkışmayan bir Peygamberdi Bizim de Peygamberimiz aynı Peygamber, Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed (s.a.v.). O zaman ne duruyoruz? Bu merhametten payımızı almak, bu merhameti yaşamak ve yaşatmak için neyi bekliyoruz. Allahın kitabı da Rasulünün sünneti de ortada. Bize düşen hiç vakit kaybetmeden bunlara sarılmak.
Her kutlu doğum bizi Rasulullah’a yaklaştıran bir adım olsun. Bu kutlu doğum da rahmet deryasından nasbimizi almaya götürsün bizleri….