TÜRKİYE’DE
DEPREM GERÇEGİ !!!
17 Ağustos 1999 da, saat 03:02’de Merkezi Kocaeli-gölcük olan ve Richter ölçeğiyle 7.4 büyüklüğünde meydana gelen, ülkemiz açısından yüzyılın felaketi olarak nitelendirilen depremin üzerinden 12 yıl geçti.Bir doğa olayının fekakete dönüştüğü 12 yıldan bu yana geçen sürede depreme karşı hazırlıklı olup olmadığımız konusunda doğa bizleri test etmeye devam ediyor.Son olarak bundan yaklaşık üç ay önce Simav’da yaşadığımız 5.9 büyüklügündeki bir depremin meydana getirdiği hasar ve can kayıpları ile toplumda yarattığı korku ve panik depremlere hazır olmadığımız gerçeğini bir kez daha bizlere hatırlattı.
17 Ağustos depreminin üzerinden geçen 12 yıllık sürede komuoyunda; onbinlerce kişinin canına ve milyarlarca dolar mal kayıplarına neden olan ranta ve talana dayalı sosyo ekonomik politikaların getirdiği; plansızlık, denetimsizlik, kaçak yapılaşma ve gecekondulaşmanın tartışılması yerine, şu günlerde depremden sonra açılan ikibinin üstündeki davada tek suçlu bulunan ve 17 Ağustos depreminin tek müsebbimi olarak gösterilen Veli Göçer’in serbest bırakılması ve TOKİ’nin Simav’da depremzadeler için yapacağı konutların fay hattı üzerinde yapılacağına ilişkin haberleri görüyoruz
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak; geçen süre içerisinde maddi kayıplar telafi edilse de yitirdiğimiz insanlarımızın açısını hala yüreğimizde yaşamaya devam ediyoruz. Benzer acıları yaşamamak için ilgili meslek odası olarak, 12 yıl boyunca yaptığımız gibi bundan sonrada kamuoyumu bilgilendirmeye ve yetkilileri uyarmaya devam edeceğiz.
Deprem; ülkemizin jeolojik yapısı gereği yüzölçümümüzün %96’sını tehdit eden yadsınamaz bir gerçekliktir. Biliyoruz ki, en aktif fay zonları üzerinde bulunan ülkemizde bir doğa olayı olarak deprem kaçınılmaz olarak tekrar karşımıza çıkacaktır. Bu jeolojik gerçekliğin bilinmesine karşın, doğa olayının büyük bir afete dönüşmesinin ardından geçen on iki yıl sonra bugün yaşadığımız çevrenin afetlere karşı daha güvenli olduğunu söylemek mümkün değildir.,
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası olarak sormak istiyoruz.Aradan geçen süre içerisinde yapılması gerekler yapıldı mı?
Afet Risklerini azaltmaya yönelik toplusal bileşenlerin tüm tarafların katılımıyla oluşturulmuş “Ulusal Deprem Stratejisi” oluşturuldu mu?Ülkemizin Afet Tehlike Haritaları hazırlandı mı?Afet, İmar ve Yapılaşma ile ilintili yasalarda daha güvenli yaşam alanları oluşturulması konusunda tek bir değişiklik yapıldı mı?Ülkemizin afet risklerini azaltmaya yönelik bütçe kalemleri ve fonlar oluşturuldu mu?Halkın afet bilinci ve afetlerle mücadele kültürü değiştirilebilindi mi?Bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün değildir.
Odamız tarafından 2010 yılında yayınlanan “Deprem ve Deprem Yönetimi Raporu’’nda da belirtildiği üzere afet yönetimi en yalın ifadesiyle bir planlama sorunu olduğu ve ivedilikle toplumsal ve yönetsel düzeyde tüm kaynakları zarar azaltma hedefine yönlendirecek kişi ve kurumlar arasında eşgüdümü sağlayacak bir afet yönetim sistemi ve stratejik planın geliştirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
Bu kapsamda; Afet Acil Durum Yönetimi(AFAD) Başkanlığı tarafından 2011 yılı başında hazırlanarak kurum ve kuruluşlara gönderilen “Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı” incelendiğinde, bir çok noksanlığı barındırmasıyla birlikte böyle bir çabanın içinde olunması olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmesine rağmen; toplum güvenliği açısından böylesine önem taşıyan bir stratejik planın üniversitelerden, meslek örgütlerinden, ilgili sivil toplum örgütlerinden, siyasi partilerden ve kamu kurumlarından saklanarak hazırlanması önemli bir sorun olarak görülmektedir. Hazırlanma süreçlerindeki bu eksiklik Stratejik Planlamanın mevzuatına olduğu kadar doğasına da aykırıdır.
Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı süreçlerindeki bu eksiklik gerek plan içerisindeki mevcut durum analizlerinde gerekse de eylem planlarından bütüncül ve katılımcı bir bakış açısının geliştirilebilmesine engel olmuştur. Plan aşağıda belirttiğimiz temel boyutları göz ardı etmiştir.
-Afet yönetimin temel ilkelerinden biri olan ve afet güvenliği için son derece önemli olan “ imar, planlama, kentleşme, yapılaşma ile afet mevzuatı arasındaki bütünsellik göz ardı edilmiştir.
-Afet/depremlere karşı güvenli yaşam için yapılması gerekenler sadece teknik bir sorun olarak algılanmış, depremle mücadelenin sosyo-ekonomik boyutu planlamanın dışında tutulmuştur.
Sonuç olarak;
-Ülke geleceği için son derece önem taşıyan "Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı" gibi bir belgenin ancak "toplumsal bir sözleşme" niteliği taşıdığında bir anlamı olacağı açıktır. TBMM‘de 23. Dönemde kurulan "Deprem Riskinin Araştırılarak Deprem Yönetiminde Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Meclis Araştırması Komisyonu Raporu" dahil konuyla ilgili tüm dokümanlarda vurgulanan katılımcılığı esas alan bir yöntem izlenerek hazırlanmadığı sürece bu planın hayatta karşılık bulması zor gözükmektedir. Bu nedenle hazırlanan taslak süreç içerisinde yer alan tüm aktörler ile siyasi partilerinde katılacağı toplantılar dizisiyle yeniden ele alınması ve sonucunda mutabık kalınan metnin stratejik eylem planı olarak toplumun önüne getirilmelidir. |
-Depremle doğrudan veya dolaylı ilişkili tüm mevzuat; "Afet ve İmar Kanunu" ana ekseninde düzenlenecek çatı/çerçeve yasaların altında yeniden oluşturulmalıdır.
- İmar ve afet mevzuatı arasındaki kopukluğun giderilmelidir.
- Afet mevzuatı, bütünleşik afet yönetiminin ana hatlarını içerecek şekilde yeniden düzenlenmesi yoluyla elde edilecek bir çatı yasa altında yeniden yapılandırılmalıdır.
- Bu çatı yasa altında afet mevzuatımıza, diğer ülkelerde de örneğine rastlanan, deprem özelindeki çalışmalara referans olacak "Fay Yasası" kazandırılması, "Diri Fay Haritası", "Yüzey Faylanması Tehlike Zonu Belirleme (Tampon Bölge)" ve "Sismotektonik Harita" hazırlanması ve kullanımına ilişkin alt mevzuatın oluşturulmalıdır.
- İdarelerin (Valilik/İl Özel İdaresi ve Belediyeler) çevre düzeni ve mevcut imar planlarını gözden geçirmeleri, imar sınırları içindeki alanların karşı karşıya olduğu afet tehlikelerini belirlemek için jeolojik ve jeoteknik etütlerini yaptırmalarının sağlanmalıdır.
- İmar planına esas jeolojik-jeoteknik etüt raporları ve yerleşime uygunluk değerlendirme haritalarının kentsel bilgi sisteminin bir parçası olarak kullanıma sunulmalıdır.
- Genelde afetler özelde depremle mücadele süreçlerinin sosyo-ekonomik boyutuna dikkat çekilmesi ve bu süreçte düşük gelir gruplarının desteklenmelidir.
- Ulusal, bölgesel ve yerel altyapı (petrol ve gaz boru hatları, baraj, gölet regülatör gibi su yapıları, içme ve kullanma suyu gibi alt yapı tesisleri, enerji tesisi ve dağıtımı gibi) tesislerin depreme hazırlanması,depremden korunması, için gerekli çalışmalar ile bunlara ilişkin yasal düzenlemelerin yapılması sağlanmalıdır.
-Eskiyen ve yıpranan yapıların yenilenerek kullanılması veya yıkılarak yenilenmesi süreçleri bügün yaşanan kentsel dönüşüm süreçlerinde olduğu gibi yoksulun elinden evinin alınması,düşük kamulaştırma bedeliyle madur edilmesi,kısaca kent merkezlerinden sürülmesi dışlanması ve rant amaçlı dönüşüme dönüşmesi yerine eskiyen yıpranan yapıların süratle yenilerinin yapılacağı bir süreç başlatılmalıdır. İyileştirilecek yenilenecek yapılar için düşük gelir gruplarına yönelik fon oluşturulmalıdır.
Unutmamalıyız ki DOĞANIN ŞAKASI YOKTUR!
TMMOB
JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI
Giresun İl Temsilciliği
Bşk. Yrd. Hatice Saydam ÖZDEMİR