Bu gece 2012 yılına gireceğiz. Birçok kimsenin kutlamaya hazırlandığı, Türk kültürü ile uzaktan yakından ilgisinin olmadığı ve Hıristiyanların en önemli dini günlerinden biri olan Noel'e (yılbaşına) inat; Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunun 713. yılı ve Mekke' nin Fethi'nin 1381 yılı kutlu olsun.
Kendisi ile yapılan anlaşmanın Mekkelilerce bozulması nedeniyle Mekke’yi fethetmeye hazırlanan Hazreti Muhammed (s.a.v) ve ordusu, fetih esnasında bir damla kan bile dökmemiş, fetih gerçekleşince belde halkına güvence vererek her bir ferdinin can ve malını emniyet altına almıştır. Buradan anlamaktayız ki asıl fetih, yüreklerin fethidir. Yoksa günümüzde birçok zalim hükümdarın topraklarını genişletmek uğruna yapmış oldukları kıyımlar fetih değil zulümdür.
Osmanlı’nın yaklaşık 91 yıl önce elini çektiği topraklarda zulüm gören Müslümanlar, gözlerini Osmanlı’nın tarihi mirasçısı olan ve İslam dünyasının liderliğini tartışmasız bir şekilde eline geçiren Türkiye'nin üzerine çevirdiler. Peki ne oldu da 88 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti bugüne kadar görmezden geldiği ve sırtını döndüğü Osmanlı tarihine ve mirasına sahip çıkma ihtiyacı duydu? Veya geçen 88 yıllık süreçte bu tarihi mirastan utanarak ve sırtını dönerek neyi amaçladı? Bu soruların tek bir cevabi var. Batılılaşma ve çağdaşlaşma hayalleri üzerine kurulmuş içi boş politik anlayış, bizi tarihimizden ve köklerimizden koparmaktan başka bir işe yaramamıştır.
Bu konuda Japonya bize çok güzel bir örnek olarak alınabilir. Atom bombası saldırısından sonra tarih sahnesinden silindiği düşünülen Japonlar, tarihsel ve dinsel geleneklerinden en küçük bir taviz vermeden ve içi boş 'Batılılaşma' hayalleri pesinde koşmadan bugün ekonomik ve teknolojik bakımdan Dünya’nın en güçlü ilk 3 ülkesinden biri durumuna gelmiştir.
Aslında 'Batı' dediğimiz bugünkü Avrupa, 100 yıllar boyunca insanlık tarihi açısından utanç dolu yıllar yaşadıktan sonra ne zamanki Türk ve İslam dünyası ile bilgi alışverişine girdiler; işte ondan sonra Avrupa'da bilimsel gelişim dönemi başladı. Bugün dahi Avrupa’nın en önemli üniversitelerinde Arap tıp profesörü İbn-i Sina ve Osmanlı’nın gökbilimcisi Ali Kuşçu gibi Türk ve İslam dünyasının yetiştirmiş olduğu birçok bilim adamının eserleri okunmaktadır. Onlar bizim bilimsel gelişmelerimizi aynen alıp yükselirken; bizler de tam tersine bu değerlerimize sırtımızı dönmüşüz. Yani yüzümüzü Batı’ya dönmemiz hep zararımıza olmuş. 'Türkiye Batı’ya sırtını döndü, Türkiye'nin ekseni kaydı' diyerek eleştirilerini gündeme getirenlerin, aslında nasıl bir yanılgı içinde olduklarını anlamak için 2-3 tane üniversite bitirmeye hiç gerek yok. İlköğretim ve ortaöğretim okullarında öğretilen tarih dersleri, sözde! 'Aydın' bu bilim adamlarının gerçek manada 'Aydınlanmaları' için yeter de artar bile !...
“Türkiye yüzünü Batı’ya döndü de Osmanlı’nın bu süreçte hiç mi suçu yok?” diye soranlara da hak vermemek olmaz. Osmanlı’nın son dönemlerini incelediğimizde aynen Türkiye’deki Batı hayranlarına benzer kişilerin Osmanlı Devleti’nin yönetiminin en kritik noktalarında söz sahibi olduğunu görüyoruz. İşte yaşanan bu süreç Osmanlı’nın yıkılması ile sonuçlanan acı bir dönemdir. Aynı sonun Türkiye’nin de başına gelmemesi için çok dikkatli olmamız, tarihimiz ve kültürümüzle barışık bir şekilde Türkiye’yi yeniden şekillendirmemiz gerekmektedir.
Kim ne derse desin, nasıl düşünürse düşünsün şunu bilir şunu söylerim: Ülkem giderek batılılaşıyor.