Nefret tohumları ekilmiş gözlere
Arenalarda doludizgin koşuşturan boğaların
Kan bürümüş göz kapakçıklarına
Yarınının belirsizliği anlatıyor bizlere kinle dolu
Bakışların söylemini
Kendi yetisini kullanmadan “ötekilerle” kendisini
Özdeş kılmış “birey” yok olup yitmekte
Amacı; “sevgi” denizinde var olmaksa eğer
İki ayrı cinste Akdeniz fokunun birbirini öpüşünü
Seyre dalmalı engin sular içinde
Öylesine dalmalı ki bu denizin içine
Kendini yaratmalı yeniden
Sevgi damardan verilip gökyüzünü çatlattıysa eğer, yaşam kaynağı yayılmaktadır yeryüzüne sanki bir fidenin topraktan başını uzatıp boy verişi gibi. Doğa yaşamaya çalışmakta hepbir elden, gökyüzüyle, güneşiyle bununla birlikte onların etkileştiği bireyi saran kavurucu sıcak ve soğukla ama sürekli dirilme, ayakta durma çabası içinde.
Peki, ya doğanın bir parçası olan “insancık” ne âlem içinde? Neler yapıyor? Günlük rutin işlerini tamamlamanın sevdasının peşinde koşuşturup durmakta, gerçek duygusal düşüncesinin ona kattığı beyin gücünü kullanarak zorbalıkla başkalarının bireysel haklarını çiğnemeyi kendine hedef seçmiş durumda, acaba karşımdaki insandan nasıl faydalanabilirim? Onu nasıl tongaya oturtabilirim hesabının içsel gücünü toplayarak “öteki” ni maddi birikim olarak sayıyor. Devamlı “öteki” ni ticarethane gibi benlenip borç alıp ödemeyerek “para basma” makinası gibi benimsiyor. Şimdiye kadar elde ettiği duygusal düşünce bütünlüğünü niçin kendi kişiliğinde bulunan eksiklikleri gidermek ve hep bir adım öne çıkmak için gereksinimlerini karşılamaya girişmiyor? Çünkü işine öyle geliyor, yapmacık, mış gibi görünen tavrıyla kendisine benzeyen bireycik dostlarıyla gününü gün etmenin hazını paylaşarak hiçliğe karışmanın eşiğinde.
Saydığım bu kişilik niteliklerine benzeyen toplumuzda birsürü insan vardır, sık sıkta ne yazık ki tanışmışızdır bu kişilerle, iki üç sohbetten sonra foyaları ortaya çıksada bu tipler alacaklarını almışlardır, zatenbizden. Kurnaz gibi görünen bu niteliğe layık (!) bireycikler sormayın gitsin, bir de “insanlaşma” duygusal düşüncesinin evrimleşmesinden elde edilmiş kazanımlar hakkında ahkâm kesmeyi kendilerinde hak görürler. Bu mahlûkatlara her meslek grubundan ve içimizde rastlamak olası.
Böyle bir düzen kurdu ortamında biz kime güveneceğiz? Kime dost gözüyle bakarak kimi seçeceğiz? Önce kendimize güveneceğiz, aldığımız kararlarda sabrederek acele etmeksizin davranışlarımızın tutarlı ve ne istediğimizi bilen bireyler olarak yaşam sahnesinde yer almamızın kaçınılmaz bir duygusal düşünce olduğu bilincini ile diğerlerine yaklaşacağız, yaklaşmazsak eğer “öteki” lerin üzerimizde yaptıkları baskılar sonucu “Bireysel Haklarımızı” ayaklar altına alıp çiğneterek kendimizi yok etmiş oluruz bile, bile. Evet, her açıdan sömürülmeye uygun kişilik yapısının uygulanmasına zemin hazırlamış oluruz, böylece. Yaptırım takıları olan “meli, malı” eklerini kullanarak kişinin üzerinde duyumsatılmaya çalışılan baskı kurma güven duygusunun kaygılara yol açacağının bilinmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.
“Dost Dost Diye Nicesine Sarıldım Kaldım” diyerek seslenen Âşık usta ne güzel dile getirip seslenmiş bizlere, içten, olduğu gibi görünen “içindeki beni” ile “ötekinin beni”ni bir sayıp ona hem“yoldaş, hem de gönüldaş, sırdaş”olarak sahip çıkan bir “insan birey.” Hepimiz konuşuyoruz, hepimiz bilincindeyiz, dost bulmanın bu devirde imkânsız olduğundan, yalanımız da kendimize hazır, ekonomik sebebelerden dolayı bir can yoldaşına erişmek mümkün değil diyerek, bu bizim uydurduğumuz bir kılıf, yakıştırdığımız bir damga. Çünkü “ötekini” kendimize benzetmeye çalışmadıkça, uydulaştırmaya dönüştürmedikçe çıkarsız, içten, samimiyetine güvenen bir “can yoldaşı” bulunabileneceğinin mümkün olduğu her zaman olasıdır, birbirimizi olduğu gibi görünmenin duygusal düşünce birlikteliğini sağladığı daortadadır. Hepimiz biraraya geldik mi hal hatır sorduktan sonra sözü dönüp dolaştırıp “ politik sorunlara” getiririz, söyleşilerimiz 1 saati aşar ve mış gibi davranarak politik sorunlar altında eziliriz, bir battaniye altında örtünmemiz ve kaçış noktamız sürekli politik çıkarlar ve bugün ne aldın ne verdin üzerine kurulmuştur, Hayır, konuşulmasın demiyorum, herşey ama herşey konuşulsun, biz insanız çünkü, yaşıyoruz ve yaşamaya devam ediyoruz. Herşeye rağmen “Sen nasılsın be birader? Nasıl halin keyfin? Hoşmusun? Hoşnut musun?” demeyi hani derler ya ayıp olmasın diye laf olsun diyerek geçiştirmeyi görev sayıyormuşcasına yapıyoruz. Kişiliğimizden bahsetmeyi, güzellikleri paylaşmayı ve öfkemizi, kızgınlığımızı, yogunluklarımızı yerinmeyi zulüm sayıyoruz. Böyle bir duygusal düşünce kuşatması altında hapis edilmiş bir toplumda “can dost bulmak”mümkün müdür acaba? Siz düşünün, artık.
Toplum olarak gerçekten içten, ön yargısızca, yüzümüzde çıkarsız bir gülümsemeye, sonra da zevkten dört köşe olmuş bir biçimde koca ağzımızı açarak “kahkaha” atmaya çok gereksinimiz var. Öyle değil mi? Siz karar verin.
H. Senday TUNCER