ÇEŞME-SOFRA
VE CAMİ KÜLTÜRÜ
Türklerin günümüze kadar gelen eserleri arasında yer alan çeşmeler dikkat çekicidir. İbadet için insanların daima abdest almak ihtiyacını hissetmeleri suya ve çeşmelere çok ehemmiyet verilmesine sebep olmuştur.Çeşme başlarında günlük işler konuşulup ve karara bağlanır olmuştur.
Türk kültürünün ölümsüz aşk hikayelerinden; Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Aşık garip, Hurşit ile Mahmeri gibi aşk hikayeleri hep bir çeşme başında boy atmış ve filizlenmiştir. Çeşmeden akan sevda suyu ile yoğrulan sevda hamuru ölümsüz aşk hikâyelerini ortaya çıkarmıştır. Aynı şekilde bizim bilmediğimiz ve duymadığımız daha nice aşk hikâyeleri bu çeşme başlarında başlamış ve sonsuza kadar devam etmiştir.
Çeşme başlarında başlayan bu aşk hikâyeleri birer ayrılık ve acı çekme hikayeleri olsa da bir kısmı sevdalıların kavuşmasıyla sonuçlanmıştır. Bu sonuç yeni bir kültür oluşturmuştur. Bu kültürde sofra kültürüdür.
Anadolu’nun Avrupa Asya ve Afrika kıtalarının kavşak noktası olması yemek kültürüne de yansımıştır. Orta Asya’nın et ve mayalanmış süt ürünleri Mezopotamya’nın tahılları Akdeniz çevresinin sebze ve meyveleri ile Güney Asya’nın baharatı birleşerek zengin bir yemek kültürünün doğmasını sağlamıştır.
Türk sofrası yuvarlak masa olup herkesin eşit ve özgür olduğu ilk aile alanıdır. Sofrada sadece yemek yenmez, ailenin işi ve geleceği planlanır. Sofradan kalkan yapılan plan doğrultusunda günlük işine başlar zorunluluk olmadıkça da ailenin hiçbir ferdi ayrı bir yerde yemek yiyemez ve sofradan hiçbir kimse herhangi bir nedenle kalkamaz.
Türklerin İslamlaşma sonrası toplandığı en büyük alan çeşme ve sofradan sonra mescitler ve camiler olmuştur. Tıpkı sofradaki gibi camide’ de herkes özgür ve eşittir kimsenin özel bir yeri yoktur.
Kuba mescidinden başlayan özgürlük mescitleri insanların toplandığı, eğitildiği ve işlerini kararlaştırdığı bunun yanında da namazlarını kıldıkları yerler olmuşlardır. Zamanla çeşmeler ve camiler birer mimari eserler olmuşlardır. Selçuklu devrinin en güzel çeşmesi Sivas Gök Medresedeki çeşmedir (1271). Yine Selçuklulardan kalma Sahi bata Camii ve Afyon Çay Medresesindekiler devrin en önemli çeşmelerindendir. Yine suyu aziz bilen Osmanlı, çeşmelerle şehirlerini süslemiştir. Bazı çeşmeler öylesine bir “sanat eseri”dir ki, bu eserlerin yalnızca bir ihtiyacın ürünü şeklinde algılanması mümkün değildir. Osmanlı, suyun kıymetini de, hikmetini de anlamış ve bu anlayışla bir “su kültürü” oluşturmuştur.
Günümüzde ise çeşme kültürümüz tamamen yok edilmeye doğru gitmektedir çeşmeler sadece bazı köylerde ve çobanların kullandığı çoban çeşmeleri kalmıştır. Bunlarda mimari yapıdan yoksun özünü kaybetmiş ve görünümleri hiçbir şeyi ifade etmeyen yapılardır. Sofra kültürümüz zaten özünü hemen hemen kaybetmiş durumdadır. Camilerimiz ise hak getire. Osmanlı ve Selçuklunun kötü kopyası betonarme camiler süslü birer gösteri merkezlerine dönüştürülmüş, namaz kılma görevi dışında kapıları kilitli mahzenler gibi durmakta olup kendisini gerçek işlevine kavuşturacak elleri beklemektedir.
Bu gün
üretilen bina mimarimiz ise hiç de iç açıcı değildir. Doğusuyla
Batısıyla ülkemizde tüm binalar hava alanları gibi birbirine benzemekte
ve kendi ellerimizle Anadolu şehirler mimarisini yok edip gitmekteyiz.
Nerede Mardin’ in, Kayseri’nin, Giresun’un meşhur konakları
nerede Ankara ve Safranbolu evleri ve daha niceleri.
Ali Zafer TOPŞİR