Sır verip ser verme birine
Sonunun hiçliğe karışmak
Olduğu yazılmıştır ömrüne
Toprakla biter işin iyi belle
Sadece siluetin kalır tabletler üzerinde
Dostlar; bugünün yarını varsa, dünün bugünü var. Hepimiz yeryüzünde bir erek doğrultusunda yaşıyoruz, kimimiz yeryüzündeki güzellikleri keşfedip kendisini yenileştirmenin, olgunlaştırmanın ayrıca bununla birlikte onurlu ve erdemli, iyi bir insan olma peşinde. Kimimiz de yaratılıştan itibaren baskıyla yetiştirildiği için duyularının esaretinde kalıp hırsını, aç gözlülüğünü yenmeyerek birbirinin üstüne çıkma ve böylece kendi kişilik niteliklerinden uzaklaşıp kötü insan olma yolunda adım atma telâşında.
Dörtdörtlük olarak düşünüp kabul ettiğimiz hiçbir insan yoktur, yeryüzünde. Hani derler ya, “İnsan çiğ süt emmiş bir varlıktır.” Çiğ süt emmiş bir varlığa güvenmek acaba karşısındaki öteki için nasıl bir tehlike oluşturmaktadır? Bütün sorun işte budur, “güven duygusu.” Toplumsal yaşamda herkes birbirine “ben güvenilir biriyim, merak etme sen, doğruyum, dürüstüm, benden kötülük gelmez” gibi sözleri binlerce defa kullandığını işitiyoruz. Tabii ki, ilk önce kadını erkeğiyle bir iki kere görüştüğümüz insanlara duygusal düşüncemizi açarak güvenmenin abasle iştigal olduğunu yatsımak kendimize duyduğumuz öz güven duygusunun pekişmesini sağlayacaktır. Ya bir de gaflet ve delalete düşüp yukarıda bahsettiğim cümlelerin aksine bir tavırla, karşılaştığımız takdirde attan düşüp eşşeğe binmiş olmaz mıyız? Oluruz elbette, ruhi sayrılıklar göstermeye başlar davranışlarımızda, öfkeleniriz, hırçınlaşırız, saldırganlaşırız. Ya bu insan böyle söylemişti, şöyle yaptı, adam kalmadı memlekette, kimi güveneceğiz? Söz veripte yerine getirmedi işte, kimin eli kimin cebinde, bilinmez artık, sözünün eri değilmiş, vah, güneş memleketim vah, sen neymişsin ki tarihçenle başlayan ulu çınarların kök salıp boy saldığı, dostluk gemilerinin gezdirildiği Anadolum hangi durumlara düştün şimdi kimbilir? Heyhat!
İnsanın arkasından birbirini vurduğu, gammazladığı bu yolla birlikte işine geldiği gibi birbirini kullandığı bir ortamda “insan olma değerlerini korumak ve dost bulmaya çalışmak” imkânsızlaşmaktadır, yarınına olan yaşama gücünü günden güne yavaş yavaş yitirmektedir. Böylece duygu çökkünlüğünü olan çaresizliğini melankolik bir davranış biçimi içinde yaşayarak sürdürecektir, ya içine kapanarak toplumdan uzaklaşarak ya da davranışlarını olabildiğince çok kısıtlayarak kendine yabancılaşacaktır.
O zaman birbimize bu zulümleri yapmamızı ne gerek var? Beynimizin herbir hücresine işlenerek kazılmış bu insanı insandan uzaklaştıracak hiçlik duygusal düşüncesine kaptırmanın mantığı var mı? Elbette ki, yok. Bu yüzden birbirimize yazık ediyoruz, hem de çok. Birbirimizin içindeki güzelliklerin farkındalığını anlayarak toplum olma bilincini kavramanın içinde “iyi insan olma” davranışını yeşertme olanağına sahibiz, çünkü. Ancak davranış bozuklukları içinde ( yalan söyleme, sözünde durmama, çıkar v.b. gibi )
kalıplaşıp uydulaşmış bir ulusun topraklarında kendine güvenen, öz yetilerinin bilincinde olan insanlar hapsedilmiş duyulardan ve toplumun yarattığı ağır ve olumsuz baskılardan kendilerini soyutlayarak kışın rehavet uykusundan uyanma olanağını yakalarlar.
Dostlar, dost yâd eller, hepimizden hepimize bir kişilik portresi içinde toplumsal açıdan “ günün insanını” betimledim, hiç düşündünüz mü acaba insan olmasaydım da madde olup yaşamla ölümü bir anda yaşasaydım diye, toz bulutunu oluşturan ufacık zerre olsaydım da, insanın insana haksızca çektirdiği bu zulümleri duyumsamasaydım, diye.
İnsanın Davranışlarını
Yaşadığı Olaylar Biçimlendirir.
H. Senday TUNCER