O’nun dışındaki bilgiler, Kur’an’a ters düşmüyorsa alınabilir aksi takdirde sadece “helak olmamıza” sebep olacaktır.
Ne
yazık ki insanların çoğu; “İçinizden en hayırlınız Kur’an-ı öğrenen ve
öğretendir” hadisini (Buhari/11.c.1776) Kur’an’ı Arapça okuyabilen ve
başkalarına da o okumayı öğretendir zannediyorlar. Hâlbuki Kur’an’ın
öğrenilmesi, her sorunun cevabını Kur’an’dan verebilme özelliğidir.
“Biz ilmimizi diri olarak, diriden aldık. Zahiri ilim sahipleri ilimlerini ölü olarak, ölüden aldılar” (Beyazıd-ı Bestami Hz.) “Ve
bizim aramızda hükmü Allah’tan alan kişiler vardır. Bunlar tam da
doğrudan doğruya Allah’tan aldıkları bu hükümle halifelik yetkisini
Allah’tan alan kişilerdir. Ve onlar; Resul’ün (S.A.V.) hükmü Allah’tan
aldığı gibi, aynı şekilde (doğrudan) Allah’tan alırlar. Halifeliği
Allah’tan alan kişiler, verdikleri hükümlerin Resul’ün verdiği
hükümlerle çelişmemesinden dolayı zahirde Resul’e tabidirler.”
(MUHİDDİN-İ A’RABB-İ- Davud Kelimesindeki Hikmet-i Vücudiyye bölümü)
Allah`a
sığınmak ve mü`min olmak; temel hedefimiz olmalıdır. Kalbin içine îmân
yazılmadığı müddetçe mü`min olamayız. Çünkü her insan nefs sahibi
olduğu için ezelde kalbimizde küfür yazılıdır.
Kur`ân-ı Kerim`de;
"Allah`a inanan mü`mindir, inanmayan kâfirdir." diye bir açıklama
yoktur. "Kalbinde küfür yazanlar kâfirdir, kalbinde îmân yazanlar ise
mü`mindir." tarzında bir açıklama vardır.
Allah`ın, kişinin
kalbine îmân yazması halinde o kişi mü`min olur ve iman etmeye
başlamıştır. Allah’ın kişinin kalbine iman kelimesini yazması için
kulundan beklediği tek talep; Allah`a ulaşmayı kalpten dileme talebidir.
Fitne ve fesat çıkaranlar ise, dünya hayatında Allah’a ulaşmayı
dilemeyenlerdir. Allah’a ulaşmayanlar, zamanlarını sadece şeytan ile
geçirirler. Kim Allah`a ulaşmayı dilerse o imtihanı vermek için yola
koyulmuştur. Bu yol ise; “SIRATI MUSTAKİM”dir. Sıratı Mustakim üzere
olmak ise; Mürşidi Kamil ile olur. Mürşidi Kamil ise Devrin İmamı’dır.
Allah`a
ulaşmayı dilemeyenlerin dalâlette, şirkte, küfürde ve hüsranda
olduğunu, amellerinin boşa gittiğini, takva sahibi olmadığını ve ayrıca
hidayetin ne olduğunu açıklayan mürşitler, Kur`ân`ın Kerim-i her
yüzyılda açıklamış ve günümüzde de açıklamaya devam etmektedirler.
Hz.
Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz Hadis-i Şerifi’nde şöyle buyuruyor;
"Levlel mürebbi lema araftü rabbi" (Benim mürebbim (mürşidim)
olmasaydı, Rabbime arif olamazdım.)
O halde bu Hadis-i Şeriften
çıkaracağımız sonuç; Allah`a arif olmak mutlaka Mürşide tabî olmayı
gerektiriyor. Mürşide tabî olmayan hiç kimsenin Allah`a arif olması söz
konusu değil. Burada akla gelen soru şu olabilir. Peygamber Efendimizin
(S.A.V.) Mürşidi kimdi? Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz`in Mürşidi,
Hz. Cebrail (A.S.)’dır. Herkesin bir mürşidi vardır. Fatih Sultan
Mehmet`in Mürşidi Akşemseddin Hz.. Mevlana’nın Mürşidi Hz. Şems..
Sahabe`nin Mürşidi Muhammed Mustafa (S.A.V)`dir... Osman Gazi`nin
Mürşidi Şeyh Edebali.. 2. Murat`ın Mürşidi Hacı Bayram-ı Veli..
Akşemseddin Hz.`nin Mürşidi Hacı Bayram-ı Veli Hz.. Yunus Emre`nin
Mürşidi Taptuk Emre...
Peki senin mürşidin kim...?
Beyazid-i Bestami Hz. ne demiş: "Mürşidi olmayanın, mürşidi şeytandır". Yüce
Rabbimiz, Mürşide tabî olmak suretiyle bu basamakları birer birer
geçerek hepimizin 27. basamağa, îhlâsa ulaşmasını istiyor. 27. basamakta
kişi muhlis bir kul oluyor. Beyyine Suresi’nin 5. âyet-i kerimesinde:
"Ve mâ ümirû illâ liya`büdullahe muhlisıyne lehüddiyne hünefâe." Sadece Allah`ın dininde hanif olarak, muhlis kul olmakla emr olundular. Âyet-i
kerimesinde ihlâsa ulaşan kişi, ihlasın 7 şartını yerine getirmesi
halinde Salâh Makamı’na ulaşıyor ve ancak salâhta Rabbine arif oluyor.
Hadis-i Şerif 2 kısımdan oluşuyor. Birinci kısım "levlel mürebbi"
(mürebbim olmasaydı.) İkinci kısım "lema areftü Rabbi" (Ben Rabbime arif
olamazdım.)
28. basamakta, ihlasın 7. şartını yerine getiren ve
bir seher vaktinde Tövbe-i Nasuh`a çağrılan kişi Rabbine arif oluyor,
Allah`a arif oluyor. Yani Hakk`ul yakîni yaşamaya başlıyor. Ama bundan
evvel Allahû Teâlâ’nın kendisi için tayin ettiği mürebbi`ye yani
öğretmene (mürşide) mutlaka tabî olması lâzım. Birçok insan bu gerçeğin
farkında değil. "Kur`ân-ı Kerim`de Mürşidin farziyeti nerede var?"
diyor. Kur`ân-ı Kerim`de Allahû Tealâ hem Mürşidi açıklamış, hem de
Mürşidle eşdeğer olan Allah`a giden yolu açıklamış. İkisinin de aynı
şeyi ifade ettiğini âyetler bize net olarak açıklıyor. Şura
Suresi’nin 46. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor: "Ve men
yudlillâhü femâ lehü min sebiyl." Allah kimi dalâlette bırakırsa onun
için bir sebil yoktur. (Allah’a giden yol bulunmaz.)
Kehf Suresi’nin 17. âyet-i kerimesinde: "Ve men yudlil felen tecide lehü veliyyen mürşidâ." Allah kimi dalâlette bırakırsa onun için bir Velî Mürşid bulunmaz.
O
halde Allah`a giden sebilerreşada ulaşmak Allah`a ulaştıran yola
ulaşmak, mutlaka Mürşide ulaşmayı gerektiriyor. Mürşid, Allah`a bağlı
olan insan demektir. Allahû Tealâ secde olayında; huzurundaki meleklere
ve cinlere: "Âdem`i yarattım, hepiniz O`na secde edin ey cinler ve
melekler" buyuruyor. Secde olayı Allahû Tealâ`nın kâinatta yarattığı
canlı ve cansız, organik, inorganik, makro ve mikro her neyi yaratmışsa
hepsini insan için yarattığının kesin sembolüdür, işaretidir. Bu üst
seviyedeki iktidarı melekler tasdik ediyor, secde ediyorlar. Ama İblis
muhalefet görevini üstleniyor. "Hayır, ben secde etmeyeceğim" diyor.
Allahû
Tealâ Araf Suresi 12. ve 13. âyet-i kerimesinde İblise şöyle
sesleniyor; "Ben secde emrini verdiğim zaman seni bundan alıkoyan
nedir?" İblis: "Beni ateşten, onu çamurdan yarattın. Ateş, çamurdan
üstündür." Aklıyla muhakeme, mukayese yapmak suretiyle Allah`ın secde
emrine asi oluyor. Allahû Tealâ onu huzurundan kovuyor. Yüce Rabbimize
İblis diyor ki: "Ya Rabbim mademki topraktan yarattığın bu varlık
sebebiyle beni huzurundan kovdun, o zaman bana kıyamete kadar izin ver."
Araf-16,17: "Sen müsaade verilmişlerdensin." İblis
de bunun üzerine nefsine yenik düşerek; "Beni azdırmana yemin ederim.
Yeryüzünü süsleyeceğim ve hepsini saptıracağım." diyor.
Hicr-40: "
Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.” Hicr-42: Allah; "Sen
benim ihlâs sahibi kullarımı baştan çıkaramazsın" buyuruyor.
Allah`ın
dostları ve şeytanın dostları olmak üzere insanlar şu anda da iki
gruptur. Dün de iki gruptular, yarın da iki grup olacaklar... Ve
kıyâmetten sonra şeytan ve taraftarlarının hepsi mutlak olarak
cehennemde olacaklardır. İşte, Allahû Teâlâ’nın canlı ve cansız
olarak yarattığı sonsuz mahlûkatın hepsini ihlâs sahibi kullarının
emrine verdi... Ve işte bu iktidara karşı çıkan İblis secde emrine itaat
etmedi. Allahû Tealâ; "Sen müsaade verilmişlerdensin ama sen, benim
İhlâs sahibi kullarımı baştan çıkaramazsın" diyor.
İşte Allahû
Teâlâ’nın biz insanlar için mürebbi olarak tayin ettiği, şeytanın da,
başka hiç kimsenin de Allah`tan koparamadığı ihlâs sahibi kullardır.
Allahû Tealâ, ezelde bunların asla ve asla Allah`tan kopmayacağını
söylüyor. İşte Yüce Rabbimiz bu kullarını bizlere vazifeli kılıyor.
Namaz
dinin direğidir. Dinin direği olan namaz Fatiha`sız asla olmaz. Ve
Fatiha ile 5 vakit namaz kılan herkes günde 45 kere:
“İhdinassırâtalmüstakım.” “Beni Sırat-ı Müstakim`ine ulaştır.” diyor.
Yani
siz, Sırat-ı Müstakim`e ulaştığınız zaman bilin ki zamanın Halifesine
tâbîsiniz. Siz Mürşidinize tabî olduğunuz zaman bilin ki Allah`a
ulaştıran bir sebile (yola) ulaştınız. İkisi birbirinin ikizi ve
Allah’ın ayrılmaz temel gerçeğidir.
Yani günde 45 kere;
"İhdinassırâtalmüstakım" okumak suretiyle; "beni Sırat-ı Müstakim`ine
ulaştır" dediğiniz zaman aslında dolaylı olarak "Ya Rabbi beni Mürşidime
ulaştır" diyorsunuz. Mürşide ulaşan insan mutlaka Sırat-ı Müstakim`e
ulaşmıştır. Mürşidine ulaşmayan insanın da Sırat-ı Muştakim`e kendi
çabasıyla ulaşması asla mümkün değil. Allahû Tealâ bunu kesin ifade
ediyor. Ve Resulullah`ın hadis-i şerifi de bunu açıklıyor. O halde
mutlak surette Mürşide tabî olmamız gerekir. Allahû Tealâ, iblise izin verdikten sonra, biz insanları iblisin elinde başıboş bırakmıyor.
Âdemoğullarının
zahrında onların zürriyetini çıkarıyor, hepsini huzurunda topluyor ve
onlara şöyle hitap ediyor; "Elestü bi Rabbiküm" Ben sizin Rabbiniz değil
miyim? Hepimiz: "Kalû Belâ" diyoruz. "Öyleyse bana yeminler verin,
sözlerimi işittiniz mi?" Hepimiz "Semina" diyoruz. "Öyleyse itaat edin."
Bu dünya hayatını yaşayabilmemiz için, Allahû Tealâ`nın bize bahşettiği
fizik vücutlar Allahû Tealâ`ya ahd veriyorlar. "Ya Rabbim sana kul
olacağız, şeytana kul olmayacağız." Berzah âlemine ait olan nefslerimiz; "Ya Rabbim 7 kademede tezkiye olacağız" diye yemin veriyorlar. Emr
âlemine ait olan ruhlarımız Allahû Tealâ`ya şöyle misak veriyorlar: "Ya
Rabbim dünya hayatını yaşarken sana vasıl olacağız. Fizik vücutlarımız
ölmeden." Allahû Tealâ 3 yemini bizden alıyor. Bizi 3 yeminle kendisine
bağlıyor.
MÜRŞİD FARZ MIDIR?
Evet,
elestü bi Rabbiküm günü Allahû Tealâ`nın bizden almış olduğu; "Ben
sizin Rabbiniz değil miyim" sözünün yeryüzünde tasdiki için Mürşid farz. Fizik
vücut olarak Allah`a vermiş olduğumuz ahdi yerine getirmemiz için
Mürşid farz. Nefsimizin 7 kademede tezkiyesi için Mürşid farz. Ruhumuzun
Allah`a ulaştırılması için Mürşid farz. Kur’an-ı Kerim’in öğretilmesi
için Mürşid farz, hikmetin öğretilebilmesi için Mürşid farz. Bu
görevleri yerine getirmeyen insanın Mürşidine tabî olmadığı takdirde
asla ve asla tek başına bu noktalara ulaşması mümkün değil.
Yüce
Rabbimiz zaman parçalan içerisinde beşer olarak yarattığı Allah`ın
Üniversitesi’nden mezun olan, 19 vasıfla mücehhez olan bu insanları
Kur`ân-ı Kerim`de Nebî ismiyle, Halife ismiyle, Velî Mürşid ismiyle bize
tarif ediyor. Nebî Mürşidler, Halife Mürşidler ve Velî Mürşidlerin
elbette Allah`ın kendilerine vermiş olduğu nurla paralel Allah`ın
katındaki kıymetleri, yerleri vardır.
Ve mutlaka Allahû Tealâ`nın
bizler için vazifeli kıldığı bu mürebbilere, hidayetçilere, adı sultan
olan kişilere tabî olmamız lâzım. Tabî olmadığımız takdirde asla ve asla
hedefe ulaşmamız, kurtuluşa ulaşmamız mümkün değil. Mümin Suresi’nin
38. âyet-i kerimesinde; "Bana tabî olun ki, sizi sebiler-reşada
ulaştırayım." buyuruluyor. Demek ki bütün insanlar için iki yol var.
Sebil-i gayy var. Bir de sebil-i reşad var. Dinde 2 yoldan başkası yok.
Din deyince kâinatın bütününü kapsıyor. Bakara Suresi’nin 256. âyet-i
kerimesine Allahû Tealâ: "La ikrâhe fivddiyni" Dinde zorlama yoktur.
(Serbest irade kutsaldır.) diyor.
"Kad tebeyyenerrüşdü minelgayy”
İrşad yollan ile (şeytana götüren) gayy yolu birbirinden kesin bir
şekilde ayrılmıştır. Ve Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Femen yekfür
bittâguûti ve yü`min billâh" Kim tagutu inkâr eder de Allahû Tealâ`ya amenu olursa; "Fekadistemseke bil`urvetilvüskaâ" Allah`tan kopması mümkün olmayan kulpa( mürşidin eline) sarılır. Tagut
(şeytan, iblis), Allahû Tealâ`nın emir ve nehiylerine karşı gelmemizi
istiyor. Mürşidin bu noktadaki görevi nedir? Mürşid 19 tane vasıfla
mücehhez olan birisidir.
Allahû Tealâ`nın irşada memur ve mezun kıldığı
Mürşidin birinci görevi, Allah`ın davetini insanlara ulaştırmak. Allahû
Tealâ, 19 vasıfla mücehhez, irşada memur ve mezun kıldığı bu kişiye
Hac-67 ve Kasas-87`de: “Allah`a çağırarak onları şeytan engelinden
kurtararak Sırat-ı Mustakiym`e ulaştırır.” "Ved`uilârabbik." Rabbine
çağır buyurmaktadır. İrşada memur ve mezun olan, insanları Allahû
Tealâ`nın emri gereğince Allah`a çağırıyor. Allahû Tealâ diğer bütün
insanlar için bir teslim yurdudur. Yunus Suresi’nin 25. âyet-i kerimesi:
"Vallahü yed`û ilâ dârisselâm, ve yehdiy men yeşâü ilâ sıratın
müstekıym."
Allah teslim yurduna, zatına çağırıyor ve bu daveti kabul eden kişileri Sırat-ı Müstakiym`e çağırıyor. O
halde başlangıçta Allah`ın bir daveti var. Bu davet Mürşidin lisanıyla
bizlere ulaştırılıyor. Bu davetin muhatabı kimdir? Bu davetin muhatabı
insandır. Bu davet olmadan Allah`ın emir ve nehiyleri yerine
getirilemez. Allah`ın emir ve nehiylerinin muhatabı olan insanla, Rabbi
arasında bir güven bağının oluşması lâzım. O güven bağı oluşmadığı
takdirde emirlerin yerine getirilmesi kişi tarafından pek mümkün değil.
İşte bu bağın oluşabilmesi için Allah 3 emanetle vücuda getirdiği,
serbest irade verdiği ve aklın sahibi kıldığı insana katından adı Nebî,
Sultan, Resul, Mehdî, Halife, Münâdi, Ensar, Mukarrabin, Ebrar birçok
isimlerle tarif ettiği kişileri katından gönderiyor ve onlara diyor ki:
"Gidin kullarımı bana çağırın." Onlar da Allah`ın davetini bize
ulaştırıyorlar.
İnsanlar 2 gruba ayrılır:
1. Allah`ın davetini kabul edenler. 2. Allah`ın davetini kabul etmeyenler.
ALLAH`IN DAVETİ NEDİR?
Bu
davete göre her zaman parçasında yaşayan insanlar ikiye ayrılıyor. Hz.
Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:
"Men habbebe lika allahi, habbe lika Allahû likai."
Kim dünya
hayatını yaşarken Allah`ın zatına ulaşmaya muhabbet duyarsa; Allah da o
kişiyi kendisine ulaştırmaya muhabbet duyar. Kim de dünya hayatını
yaşarken Allah`ın zatına ulaşmayı kerih görürse Allah da o kişiyi
kendisine ulaştırmayı kerih görür, istemez.
İşte her dönemde âkil
ve baliğ olan, Allah`ın kendisine ulaştırmayı dilediği insanlar var.
Bir de her dönemde âkil ve baliğ olupta insanların içerisinde Allah`ın
asla kendisine ulaştırmayı dilemediği insanlar vardır. Allahû Tealâ`nın
kendisine ulaştırmayı dilemediği insanlar, dalâlette olan insanlardır.
Ama Allahû Tealâ`nın kendisine ulaştırmayı dilediği insanlar da hidayete
ulaşacak olan kişilerdir. Her dönemde insanlar dalâlette olanlarla,
hidayette olanlar diye ikiye ayrılıyor. Aslında Allahû Tealâ bütün
insanların kurtuluşunu o kadar kolaylaştırmış ki sadece ve sadece bir
tek şey istiyor. Dünya hayatını yaşarken Allah`ın zatına ulaşmayı talep
etmemizi. Bu talebin sahibi olan herkes için mutlak surette Allahû
Tealâ; "Onu Ben kendime ulaştırırım" diyor. Allah`ın zatına ulaşmayı
talep etmemiz ve Allah`ın zatına ulaşmayı dilememiz gerekiyor. Bir insan
dünya hayatını yaşarken ruhen Allah`ın zatına ulaşmayı dilemedikçe
Allah`a (Rabbine) arif olması mümkün değil. Ama bu daveti yerine getiren
mürebbidir.
Evvelâ Allah`ın bütün Peygamberleri birer
mürebbidirler. Bütün Peygamberler Allah`ın tayin ettiği, Allah`ın
vekilleridir. Vazifeleri; insanları tezkiye ve terbiye etmektir.
Vazifelerine beraberce bakalım. Bakara Suresi 151: “Kemâ erselnâ fîyküm
resûlen minküm yetlû aleyküm âyâtina ve yüzekkiyküm ve
yü`allimükümülkitâbe velhıkmete ve yu`allimüküm mâ lem tekûnû ta`lemûn.”
“Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir
Resûl (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup
açıklasın) ve sizi (nefsinizi)tezkiye (ve tasfiye) etsin, size
Kitap`ı(Kurân-ı Kerim`i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde)
bilmediğiniz şeyleri öğretsin..”
MÜRŞİDLERİN GÖREVLERİ:
Ayetleri
tilâvet ederler, insanların nefslerini tezkiye ederler, onlara Allah`ın
kitabını öğretirler ve hikmeti öğretirler (Al-i İmran-164 ve Cuma-2).
Ama hikmetin ötesindeki şeyleri öğretmek görevi bu kişilere değil,
Nebîlere verilmiş. Allah, Peygamberlerin emrinde Mürşidleri vazifeli kılmış. Peygamber bulunmayan devirlerde de Mürşidler vardır. Peygamber
Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) bütün sahabeyi Allah`a çağırıyordu
(Yusuf-108) ve hepsi Mürşid olmuşlardı. Allahû Tealâ, Tövbe Suresi’nin
100. âyet-i kerimesinde: “O sabukunel evvelin var ya, onların bir kısmı
ensardandı, bir kısmı muhacirindendi. Bir de onlara ihsanla tabî
olanlardandı” buyuruyor.
Böylece görüyoruz ki, Peygamber
Efendimiz (S.A.V) 4 Halife, sahabe, sonra tâbîin, ondan sonra tabiine
tabî olanlar, tabiine tabî olanlara tabî olanlar.. Ve zamanımıza kadar
gelen bir tâbîiyyet müessesesi. Zincirin halkalarında hiçbir eksiklik
olmadan tamamlanmış. Ve insanlar bu tâbîiyyet müessesesinin muhtevası
içinde, Allah`ın bütün insanlara farz kıldığı temel hedeflere
ulaşmışlar.
Allahû Tealâ, mürebbileri (Mürşidleri) göndermeseydi
ve insanlar bu Mürşidlere ulaşmasalardı, aşağıdaki 10 âyet-i kerime
gereği bütün insanlar dalâlette olurdu ve Rabblerine arif olmazlardı.
MEHDİ (A.S.) (MÜRŞİD) KİMDİR VE O’NU NASIL ÖĞRENEBİLİRİZ?
1-
Mehdi (A.S.) Huzur Namazı’nın imamıdır ve arkasında İsa (A.S.) namaz
kılmaktadır. Namazı kıldıran Mehdi (A.S.)’ın birinci ruhudur.
2- Mehdi’nin (Mürşidin) kim olduğu, Hacet Namazı kılınarak Allah’tan sorulacaktır.
3-
Gönül gözü açık olanlara Allah gösterecektir. Diğerlerine ise Hacet
Namazı’ndan sonra rüyalarında gösterir. Bu ruh, O’nun ikinci ruhudur.
4- Zamanımızın Halifesidir.
5-
İnd-i İlahî’deki tahtların en yüksek noktasındaki tahtın sahibidir. Bu
tahtın üzerinde Livâ-i Hamd sancağı vardır. Huzur namazını kıldıran ruh,
bu tahtta oturur.
6- Sırat-ı Mustakîm’in başladığı dergâhın
sahibidir. (Bu dergâh, tek kanatlı, üzeri baklava dilimli, 4-5 metre
yükseklikteki, Sırat-ı Mustakîm’in girişi olan altın kapıya sahiptir.)
Mehdi (A.S)’ın üçüncü ruhu, bu dergâhta fethe nail olanlara müderrislik
(öğretmenlik) yapar.
7- İkinci gök katında, suvarılma
havuzlarının sol tarafındaki salonda, dördüncü ruhu, Peygamber
Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) ile birlikte el öptürür.
8-
Yedinci gök katının ikinci âleminde, 10 katlı bir apartman büyüklüğünde
bulunan Ümmül Kitap’ın altındaki kürsüde beşinci ruhu müdessirdir.
(öğretmendir)
9- Her gün, yedinci gök katının altıncı âlemi olan
zikir hücrelerinin önünde, hücredekiler hilali oluştururken, Peygamber
Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) ve Hz. İsa (A.S.) ile birlikte
altıncı ruhu sohbet yapan Velî’dir.
10- Yedinci ruhu
milyonlarcadır. Hacet namazı kılıp da Mehdi (A.S.)’ı mürşid olarak
Allah’ın gösterdiği, herkesin başının üzerine (Mu’min Suresi 15. âyet-i
kerime) ulaştırılan ruhudur.
40/MU`MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri
yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (kendisine
ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın
da Kendisi’ne ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine)
Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için,
emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (Devrin İmamı’nın
ruhunu) ulaştırır.
11- Mehdi Muntazır, Mehdi Resûl, Mehdi (A.S.) hep aynı kişidir; Allah’ın peygamber olmayan bir Mürşid Resûl’üdür.
12- Mehdi (A.S)’ın baş veziri (birinci halifesi) zamanımızın Gavsul-Azam’ıdır. Yani Divan-ı Salihîn’in Başkanı’dır.
13- Mehdi (A.S), Kur’ân’a uymayan bütün bid’atleri temizleyecektir.
14-
Kur’an’ın emrettiği, sahâbe tarafından yaşandığı kesin olan, ama
zamanımızda terk edilen “Kur’ân farzlarını” ispat ederek yeniden ihya
edecektir. Ve Kur’ân-ı Kerim’de ifade edilen ve zamanımızda aslî
hüviyetlerini kaybetmiş olan bütün kavramları Kur’ân ile ispat ederek
gerçek anlamlarına sahip kılacaktır.
15- İslâm’ın bugünkü
tatbikatının insanları cennet ve dünya saadetine ulaştırmasının imkânsız
olduğunu, hiç bir İslâm ülkesinin artık Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan,
sahâbenin yaşadığı İslâm’ı yaşamadığını Kur’ân-ı Kerim’le ispat
edecektir.
16- Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan, sahâbenin yaşadığı
İslâm’ı yaşamayan, yanlış ve eksik Kur’ân bilgileri sebebiyle
yaşanmasına mani olan, bütün dîn öğreticileri ile açık bir anlaşmazlığa
düşecek ve onları yenecektir.
17- Duhan Suresi’nin 10.,11.,12.,13.,14. ve 15. âyetleri gereğince devrimizde yaşamakta olacak ve kendisine “Deli” denecektir:
27/NEML-82
“Ve izâ vakaal kavlu aleyhim ahracnâ lehum dâbbeten minel ardı
tukellimuhum ennen nâse kânû bi âyâtinâ lâ yûkınûn(yûkınûne).”
“Ve
onların üzerine (Allah`ın Kitap`ta söylediği) söz vuku bulunca, onlara
arzdan dabbe çıkardık (çıkarırız). İnsanların (Kitap`taki) ayetlerimize
yakîn hasıl etmediklerini söyleyecek.”
3/ÂLİ İMRÂN-81 “Ve iz
ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin
summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le
tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî,
kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).”
“Ve
Allah, nebilerden, “Size kitap ve hikmet verdim. Sonra size,
beraberinizde olanı (Allah`ın size verdiği kitapları) tasdik eden bir
Resûl geldiği zaman, O`na mutlaka îmân edeceksiniz ve O`na mutlaka
yardım edeceksiniz” diye misak aldığı zaman, “İkrar ettiniz mi (kabul
ettiniz mi?) ve bu ağır (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” diye buyurdu.
(Onlar da): “İkrar ettik (kabul ettik)” dediler. (Allahû Teâlâ):
“Öyleyse şahit olun ve Ben sizinle beraber şahitlerdenim.” buyurdu.” Bu
olay kıyâmete yakın bir devrededir. Burada Allahû Tealâ duhandan, yani
dünyayı saran fitneden bahsetmiştir. Bütün dünyayı fitnenin kavradığı
bir noktada insanlar Allah`ın Resûl`ünün deli ve şeytan tarafından
öğretilmiş olduğunu iddia ediyorlar. Duhan Suresi 10, 11, 12, 13, 14 ve
15. âyetler. Bu âyetlerde anılan Allah`ın Resûlü "Allah`a ulaşmayı
dileyin, yoksa cehenneme gidersiniz." diyerek Allah`ın bu âyetteki
sözünü söylemiş yani söz vuku bulmuştur (Yıl: 1987). Dabbe uydudur.
Bütün dünyaya Allah`ın âyetlerine yakîn hasıl edemediklerini
söylemektedir.
1. Mehdi (A.S.) hakkında 13. 14. 15. 16.
maddelerde yazılanlar, mücadelesini bu günlerde bütün boyutlarıyla
sürdürmekte olduğumuz gerçeklerdir.
2.“Zamanın İmamı’na tâbî olmazsanız, cahiliye âdetleri üzere ölürsünüz.” Hadis-i Şerif
3.
Bütün mürşitlerin üzerine, Mehdi (A.S.)’ın, yani zamanımızın imamının
kim olduğunu sormak (kalp kulakları açıksa doğrudan Allah’a sormak,
değilse Hacet Namazını kılarak Allah’a sormak ) farzdır. Çünkü Nisa
Suresi’nin 59. âyet-i kerimesinde, Yüce Rabbimiz: “Ey îmân edenler,
Allah’a ve Resûlü’ne ve sizden olan emretme yetkisinin sahiplerine itaat
edin. Eğer bir hususta ihtilafa düşerseniz, onu Allah’a ve Allah’ın
Resûlü’ne sorun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bu
hayırdır; hem de tevillerin ahseni (en güzeli) budur.” buyurmaktadır.
Zamanımızdaki
Mürşid Resûl, Mehdi (A.S.) olduğuna göre, Resûl’ü sorabilmek için
Resûl’ü Allah’tan öğrenmek, sadece mürşidlerin değil, bütün İslâm
aleminin üzerine farzdır. Mürşidler, Allah’tan sorarak Mehdi (A.S)’a
tâbî oldukları zaman, bu mürşidlere tâbî olanlar, gene kendi
mürşidlerine bağlı olacaklar. Fakat mürşidler, Mehdi (A.S)’a tâbî
oldukları için bütün müritler Mehdi (A.S)’a, “mürşidleri vasıtasıyla”
tâbî olmuş olacaklar.
4. “Rüya ile amel edilmez” diyenler, tekrar
tekrar Hacet Namazı kılarak hep aynı kişiyi gördükleri zaman inşallah
bu asılsız zanlarından kurtulacaklardır. Ayrıca bu kişiler Kütüb-i
Sitte’nin 6 kitabının hepsinde Hacet Namazının mevcut olduğunu
akıllarından çıkarmamalıdırlar.
5. LİVA-İ HAMD (Hamd Sancağı) altında toplanmak hepimizin üzerine borçtur ve de farzdır.
HACET NAMAZI
1.) Mehdi (A.S) Hazretleri’ni görme niyetiyle gusül abdesti almak. 2.) Mehdi (A.S) Hazretleri’ni görme niyetiyle namaz abdesti almak. Namazda aşağıdaki âyetler okunur: 1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî 2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas. 2. Rekâtin sonunda : Ettehiyyâtü 3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas. 4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas. Namaz tamamlandıktan sonra Allah`tan hacet neyse o istenir. Allah`tan Mürşid istemek için bu namaz kılındıysa Mürşid istenir.
Bu
namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa
alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan
üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah`tan Mürşid istenir. Eğer
kişinin haceti Mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya
batinî bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî
zikir) bu istekten sonra baslar. Yan üstü yatıldığı için sağ kulak
yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin
atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve
kalbin her çift atışında "Allah, Allah" diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî
ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir. Eğer ilk namazdan
sonra yatıldığında bir şey görülmez ise tekrar tekrar, her Perşembe’yi
Cuma’ya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.
“Rüyama şeytan karışırsa” diyenler içinde hemen cevabımızı verelim inşallah. 12/YÛSUF-4:
“İz kâle yûsufu li ebîhi yâ ebeti innî re eytu ehade aşere kevkeben veş
şemse vel kamere re eytuhum lî sâcidîn(sâcidîne).”
“Yusuf (A.S),
babasına şöyle demişti: “Babacığım, gerçekten ben 11 yıldız, güneş ve
ay gördüm. Onları bana secde eder (vaziyette, durumda) gördüm.”
12/YÛSUF-5:
“Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke
keydâ(keyden), inneş şeytâne lil insâni aduvvun mubîn(mubînun).”
“(Babası)
şöyle dedi: “Ey oğulcuğum, rüyanı kardeşlerine anlatma! O zaman
(anlattığın taktirde) sana tuzak kurarlar. Muhakkak ki; şeytan, insana
apaçık düşmandır.”
12/YÛSUF-6: “Ve kezâlike yectebîke rabbuke ve
yu allimuke min te’vîlil ehâdîsi, ve yutimmu ni’metehu aleyke ve alâ âli
ya’kûbe kemâ etemmehâ alâ ebeveyke min kablu ibrâhîme ve ishâk(ishâke),
inne rabbeke alîmun hakîm(hakîmun).” “Ve işte böylece, Rabbin seni
seçecek ve sözlerin (olayların) tevîlini (yorumunu) sana öğretecek. Sana
ve Yakûb (A.S)’ın ailesine de, (tıpkı) daha önce ataların İbrâhîm (A.S)
ve İshak (A.S)’a (ni’metini) tamamladığı gibi, ni’metini tamamlayacak.
Muhakkak ki senin Rabbin, Alîm (en iyi bilen)dir, Hakîm (hüküm veren
hikmet sahibi)dir.”
1400 yıldır “İnsanlığın büyük bir kısmı bu
emaniyyelere kanarak ve ‘Atalarının Dinini’ yaşayarak dalalette kalmaya
mahkûm olmuştur. Bugün onlara gerçekler açıklanınca; idrak etmelerini
engelleyen ‘Bu Ataların Dini’ olmuştur.
(Bakara/170,171-Maide/104-Lokman/21)