“ Mal yalnızca zenginler arasında dönüp dolaşan zenginlik olmasın ” ( Haşr Suresi 7. Ayet ). İslam Dini özellikle tekelci sermayeye yandaş olmayı reddetmiştir. Tekelci sermayenin getirisi olan kibir, lüks yaşam, aşırı mal hırsı ve saraylaşmayı ne Hazreti Muhammed’in nede ondan sonra göreve gelen İslam toplumu idarecilerinin yaşamlarında görebiliriz. Bugün Hz Muhammed’in sarayıdır denilebilecek bir yapı veya kalıntıyı hiç kimse gösteremez. Ancak bu anlayışı, saray ve tekelci sermaye düşkünü Muaviye üç günlük makam hırsı için bozmuştur. Şam’daki Emevi Sarayının inşasının yanında, mafyalaşma, emeksiz mal edinme ve tekelci sermaye Muaviye döneminde meşrulaştığı gibi, Yezid döneminde de Peygamberimizin torunu Hazreti Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesiyle, zulüm zirve yapmıştır. Sadece değerlerin tüketildiği beş yıllık Yezid iktidarı için, değer miydi be Muaviye?
Saraylaşma, tekelci sermayecilik ve toprak ağalığı Kırım ve Bağdat’ta olduğu gibi boğazları kasırlarla donatan Osmanlı’da da kendini göstermiştir. Ancak Osmanlı’nın cihan imparatorluğu döneminde, dünya üzerinde en zenginle en fakir arasındaki milli gelir farkı sekiz katı geçmemiştir. Bugün İstatistik bilimi bu farkı, tam seksen kat olarak ifade etmektedir. Günümüzde tekelci sermayeye karşı olması gereken İslam toplumlarında geçerli anlayış, dilenci sosyalizmidir.
Ya Batı, çok mu farklı? 1700’lerden sonra dünyayı
köleleştirme yolunda ilerleyen emperyalist Batı, insanlığın
üzere adeta çullanmıştır. Medeniyet kurmuş Azteklerden, Mayalardan
ve Kızılderililerden bugün söz edilemiyorsa, tek sebebi emperyalist
Batı’dır. Batı’nın bu sömürü politikası 1930’lara kadar
devam etmiştir. Bir dönem birbirini boğazlayan Batı emperyalizmi,
1960’ lardan sonra evrimleşerek bu kez, emek sömürüsüyle
oluşturduğu “ modern kölelikle ” insanlık tarihindeki yerini
almıştır. 1990’lardan sonra ise; kurum, kuruluş, değerler ve
insanlar adeta itibarsızlaştırılarak, her şeyin küresel
ve tekelci sermayeye teslimiyeti anlayışı ön plana çıkmıştır.
“ Eskiden devletlerin şirketleri vardı, şimdi ise şirketlerin
devletleri oluşuyor ”.
Dünya silah, finans ve emlak sektörünün esiri olma yolunda hızla
ilerliyor. Bugün; Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Portekiz’in tekelci
Yahudi sermayesinin kontrolü altına girdiğini, yakın bir gelecekte
ise İtalya’nında bu sermayenin kontrolü altına gireceğini söylemek
kahinlik olmasa gerek.
Yöneticilerin; sorumsuz, kibirli, lüks, saray düşkünü yaşantıları ve doymak bilmeyen heva ve hevesleri toplumları bu hale getirmiştir. “ Altın ve gümüşü yığıp ta onları Allah ( C.C. ) yolunda sarf etmeyenler var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele ” ( Tevbe Suresi 34. Ayet ). İslam toplumlarında olduğu gibi Batı toplumları da, sosyal adaleti terk ederek dilenci sosyalizmine doğru yelken açmışlardır.
Peki bu dilenci sosyalizminin hiç mi alternatifi yok? Hiçbir şey
alternatifsiz değildir. İşe kendi malını halka dağıtarak başlayıp,
daha sonra el koyduğu tekelci sermayenin haksız kazançlarını halka
dağıtan, görev başındaki yöneticilerinin ticaret yapmalarını
yasaklayarak elde ettikleri aşırı kazançlara da el koyarak halka
dağıtan, kendisine tahsis edilen saraylarda değil, halkın
en yoksulu gibi yaşamayı tercih eden, Ömer Bin Abdülaziz.
O, dünya şehrinde sosyal adalet ve özgürlük ırmağını besleyen,
mutluluk pınarıdır.
Saygılarımla.
Ali Zafer TOPŞİR