VAROLUŞ İKİLEMİ
Savaştan çıkmış ceset gibiydi bedenim
Donmuş ruhum dumurlaşmış beynim
Çevrede dolaşan solgun bakışlar
Göz hapissindeydi sanki
Çıkarsız menfaatsiz bir yüzün sıcaklığını
Duyumsamaktan yoksun ten
Yok olup gitmiş sonsuza uzanan
Yaşam halkası içinde
Biz kimiz ki diye sorulan yanıtsız sorular
Göstermekte onun bir kum tanesi kadar
Değerinin olmadığını hiç olmaya
Yüz tutmuş bu evrende
H. Senday TUNCER
Biri çocuk, diğeri ise kadın, her ikisi de el ele, göz göze, oturmuşlar yıkıntıların arasında bir sonbahar sabahı, çevreyi kol açan ediyorlar. Ortalık toz duman, haykırışlar sarmakta dört bir yanı, güneş yaldızlarını şavkıtmıyor yeryüzüne, durağan her yer, yerlerde et parçalarının izleri, soğuk sıcak buğulu gözlerin içine sinmiş, sessizlik bürünmüş yalnızlığa, yüzler içinden konuşuyor. Ana diyor çocuk: “babam nerede?” Yitik bir gökyüzünün maviliğinde beyazı bulmaya çalışan çocuk denizden çıkmış bir balık gibi şaşkın, bakışları yerle gök arasında gidip geliyor, gün buğulu bir aynanın içinde kaybolmuş, gün batımı başlamak üzere. Nefretin perçinlendiği bireyciklerin suskun sözcükleri uçuşuyor gökyüzünde. Ölü tohumu ekilmiş toprağın içine, nüfuslanmış börtü böcek. Kara toprağın çatlamış yüzü yansımakta yeryüzüne.
Kadın, çocuk isimleri yok onların, ama isimleri yeryüzünün dört bir yanında varlıklarını sürdürüyor, çocuk kadına sormakta: “sevgi nerede?” “Babana sor” diyor, kadın. Baba bombardıman altında kalmış yıkık dökük evlerinin kenarındaki yerde yatmakta, toprağa yumulmuş gözleriyle babasına bakar çocuk ve haykırarak şu şekilde seslenir babasına: “sevgimi istiyorum, sevgi nerede?” Çocuğun parmakları babasının gözlerine değer, gözlerini açıp kapatır. İşte der: “kara toprak, zifiri, sevgi kararmış toprak.” Anasına koşarak boynuna sarılır, için için yaşlar dökülür simsiyah kapkara gözlerinden, kara gözlerinin ikisi de topraktır artık, ana-oğul her ikisinin de acısı bir yumak olup bütünleşmiş bal olup taşmakta sanki bir arı kovanından! “Neden” diyerek birbirlerine bağırmakta çağlayarak akan suyun altında. “Hadi” der anası, “seninle bu dik yamacı tırmanalım.” Bu yamacı anasıyla birlikte yol alıp tırmanmaya başlar çocuk, gün dönmüş, hava kararmış, tenleri üşümeye başlamıştır, iç çekerek ağlayan çocuğun haykırmaması gökyüzünü yaldızlatmaz oysa geceyi. Ana tabii ki doğaldır çocuğun ağlaması diyerek geçirir içinden. Aksine çocuğun ağlaması beynindeki yitikliğin sancısıdır, meydan okumasıdır. Çocuk anasına “ sevgi dik yokuş mudur? Ne zaman düze çıkacağız?” diyerek sorar. Anası ona şu şekilde yanıtlar: “sen yürümeye devam et, göreceksin, çiğ süt emmiş bireyciklerin neler yaptığını yeryüzüne?”
Savaş, silah nedir bilmez çocuk, anası ve sağken babası oyuncak tabanca bile satın almamıştır ona, anasının ve babasının tatlı gülüşleriyle, baş okşamalarıyla büyütülmüştür çünkü, ta ki evleri o koca koskocaman bombardımanın altında yıkılıp tarumar edilmiş o güne dek. O zaman tanık olmuştur çocuk, silahın kendisinden güçlü ama gerçekte oyuncak gibi dönen topaç olduğuna. Sevgi çemberi sarmalı içinde kendine güvenen ve ne istediğini bilen bir birey biçiminde yetiştirilmeye adım atılmıştır onun kişilik gelişiminde, ne anası ne de babası ona bir fiske dahi atmamışlardır. Et çiğnemenin, yerde anlamsız ve gereksiz olduğu öğretilmiştir ona, neden kavga ve silah, aile bireyleri ona sözel olarak uyarılarla ikaz etmişler ve o da algılayıp uygulamıştır. Bireyin hak ve özgürlüğüne duyarlı olması gerektiği kanıksatılmış, “adam gibi adam” olmanın yolunun erdemli niteliklere saygı ve duyarlı kalınarak olabileceği davranışsal bilinçle örneklenerek gösterilmiştir, bireylerin kendi çıkarları doğrultusunda ötekileri kullanmamanın erdem olduğu paylaşımın her zaman “insan severlik” ile bağdaştığı çocukluğundan itibaren onun beynine işlenmiştir.
Silah kullanmanın bireye ve insanlığa ne gibi bir yararı olduğunu anlamış değildir, her zaman beyninin içinde “niçin ve neden” soruları yatmaktadır, sevgi mutluluksa ve güvense eğer sevgisizlik mutsuzluk ve güvensizliktir, kavga, şiddet ve saldırı, ne yazık ki arkası silah, insanın insanı yok etme, bireysizleştirme yetisi, bu yüzden o sevginin menfaat uğruna bir oyuncakla oynanırmışçasına silahın kullanılmasını kavrayamaz. Bu yüzden çocuk o yolun yolcusu değildir, barışın, dostluğun, sevginin elçisidir. Dostlarını silah yerine kalem tutan eller arasından keşfedecektir, kendi kendine karar vermiştir: mesleğini seçtiğinde tüm oyuncak ama tüm oyuncak silah, tüfek ve sustalıları kaldırtacaktır, bir gün kendisi gibi baba şefkatinden yoksun çocukların çoğalmaması için.
Anasıyla dik yamacı aşıp düzlüğe çıkmışlardır, alaca şafağa kadar bu duygusal düşünceler altında beyni yoğunlaşmış, ruhu rahatlamıştır, özgürdür, içi gülmektedir, çözümü bulmuştur, sonbaharın verdiği direncin omuzlarına bir çığ kalınlığında çökmesi gibi ana-oğul sararmış yapraklar içinde yürümeye devam edeceklerdir, varoluşlarının ana öğesinin sevgi yelpazesindeki çizgilerin bütünselliğinde gerçekleştiğinin bilincine vararak.
H. Senday TUNCER