Aydındere Haber Giresun Haber Karadeniz Haber

Video Galeri
Foto Galeri
Web Mobil
hilaltas
Bu haber 3024 kez okundu. | Kategori :
Haberin Tarihi :   28 Aralık 2013 - 18:43

Yılbaşı ve Batılaşma

Büyüt
Küçült
Yılbaşı ve
1 kaç gün sonra 2014 yılına gireceğiz.

Birçok kimsenin kutlamaya hazırlandığı, Türk kültürü ile uzaktan yakından ilgisinin olmadığı ve Hıristiyanlar’ın en önemli dini günlerinden biri olan Noel`e (yılbaşına) inat; Mekke`nin 1383. ve Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunun 715. yıldönümü kutlu olsun.

Kendisi ile yapılan anlaşmanın Mekkelilerce bozulması nedeniyle Mekke`yi fethetmeye hazırlanan Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) ve ordusu, fetih esnasında bir damla kan bile dökmemiş, fetih gerçekleşince belde halkına güvence vererek her bir ferdinin can ve malını emniyet altına almıştır. Mekke`nin fethinin, Kâbe’nin bu şehirde bulunması nedeniyle de ayrı bir önem arz etmektedir. Bu fetihle birlikte Müslümanlar dünyada en önemli mekân olan Kâbe’yi feth etmişlerdir.  Vücudumuzda da en önemli organ kalptir. Kalplerin fethedilmesi, Kâbe’nin fethi kadar önemlidir. Bu da ancak adalet ve hakkaniyeti gözeterek olur.

Buradan anlamaktayız ki asıl fetih, yüreklerin fethidir. Yoksa günümüzde birçok zalim hükümdarın topraklarını genişletmek uğruna yapmış oldukları kıyımlar fetih değil zulümdür.

Osmanlı’nın yaklaşık 90 yıl önce elini çektiği topraklarda zulüm gören Müslümanlar gözlerini, Osmanlı’nın tarihi mirasçısı olan ve İslam dünyasının liderliğini tartışmasız bir şekilde eline geçiren Türkiye`nin üzerine çevirmiştir.

Peki, ne oldu da 90 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti bugüne kadar görmezden geldiği ve sırtını döndüğü Osmanlı tarihine ve mirasına sahip çıkma ihtiyacı duydu?

Veya geçen 90 yıllık süreçte bu tarihi mirastan utanarak ve sırtını dönerek neyi amaçladı?

Bu soruların tek bir cevabı var. Batılılaşma ve çağdaşlaşma hayalleri üzerine kurulmuş içi boş politik anlayış, bizi tarihimizden ve köklerimizden koparmaktan başka bir işe yaramamıştır.

Bu konuda Japonya bize çok güzel bir örnek olarak alınabilir. Atom bombası saldırısından sonra tarih sahnesinden silindiği düşünülen Japonlar, tarihsel ve dinsel geleneklerinden en küçük bir taviz vermeden ve içi boş `Batılılaşma` hayalleri peşinde koşmadan bugün ekonomik ve teknolojik bakımdan Dünya’nın en güçlü ilk 3 ülkesinden biri durumuna gelmiştir.

 Aslında `Batı` dediğimiz bugünkü Avrupa, 100 yıllar boyunca insanlık tarihi açısından utanç dolu yıllar yaşadıktan sonra ne zamanki Türk ve İslam dünyası ile bilgi alışverişine girdiler; işte ondan sonra Avrupa`da bilimsel gelişim dönemi başladı.

Bugün dahi Avrupa’nın en önemli üniversitelerinde Arap Tıp Profesörü İbn-i Sina ve Osmanlı’nın gökbilimcisi Ali Kuşçu gibi Türk ve İslam dünyasının yetiştirmiş olduğu birçok bilim adamının eserleri okunmaktadır. Onlar bizim bilimsel gelişmelerimizi aynen alıp yükselirken; bizler de tam tersine bu değerlerimize sırtımızı dönmüşüz. Yani yüzümüzü Batı’ya dönmemiz hep zararımıza olmuş.

`Türkiye Batı’ya sırtını döndü, Türkiye`nin ekseni kaydı` diyerek eleştirilerini gündeme getirenlerin, aslında nasıl bir yanılgı içinde olduklarını anlamak zor değil. İlköğretim ve ortaöğretim okullarında öğretilen tarih dersleri, sözde! `Aydın` bu bilim adamlarının gerçek manada `Aydınlanmaları` için yeter de artar bile !...

 “Türkiye yüzünü Batı’ya döndü de Osmanlı’nın bu süreçte hiç mi suçu yok?” diye soranlara da hak vermemek olmaz. Osmanlı’nın son dönemlerini incelediğimizde aynen Türkiye’deki Batı hayranlarına benzer kişilerin Osmanlı Devleti’nin yönetiminin en kritik noktalarında söz sahibi olduğunu görüyoruz. İşte yaşanan bu süreç Osmanlı’nın İslam kültürünü erozyona uğratan ve yıkılması ile sonuçlanan acı bir dönemdir. Yani bazılarının ifade ettiği gibi İslam’a bağlı olduğu dönem değil; İslami erozyonlar sonucu Osmanlı yıkılmıştır. Aynı sonun Türkiye’nin de başına gelmemesi için çok dikkatli olmamız, tarihimiz ve kültürümüzle barışık bir şekilde Türkiye’yi yeniden şekillendirmemiz gerekmektedir.

 Türkiye’nin dünya üzerinde ayakta durabilmesinin yegâne çözümü Osmanlı’nın yaptığı hatayı yapmamak ve İslami geçmişine ne pahasına olursa olsun sıkı sıkıya bağlanmaktır. Zaten bu bağın zayıfladığı dönemlerde bu ülkede Başbakan da asıldı, 3 tane askeri darbe de yapıldı. Bunun tek sebebi de İslam düşüncesinden koparılmış ve batılılaşma masalları ile büyütülmüş inançsız gençlerin varlığıdır.

Bu sorunların çözümü için hepimiz birbirimize muhtacız. İslami köklerinden koparılarak yetiştirilen insanlardan oluşturulmaya çalışılan Türk milletinin kendi içinde çatışmalar yaşaması çok olağandır. Çözümü de o kadar basit ki aslında. Bakmamız gereken yer ise sadece Osmanlı’nın kuruluş ve yükseliş dönemindeki Tasavvuf ve Evliyalık inanç sistemidir.

Bu inanışın kelime anlamını bile bilmeyenlerin, aile içi sıkıntılar yaşaması bana şaşırtıcı gelmiyor.

Şöyle ki; istatistikler Türkiye için hiç de güzel olmayan rakamlar veriyor. Karısını döven erkeklerin oranı %70’lerin ötesinde. Gün geçmiyor ki, gazete sayfalarında ve TV ekranlarında bir aile dramına şahit olmayalım. Çocukları tarafından dövülen, gasp edilen ve hatta öldürülen anne baba haberleri içimizi burkuyor. Harçlık için babaannesinin "kefen parası" olarak yastık altında sakladığı altınlarını çalma senaryoları ile işlenen suçları sık sık medyadan takip etmekteyiz. Hatta zaman zaman gazete sayfalarının, aile cinayetlerini sergilediğini görüyoruz. 

İnsanları öncelikle yaradılış gâyesine uygun olarak, yaradanın istediği şekilde eğitmeliyiz. Bunun için de kişi öncelikle Allah ( C.C.)`yı tanıyacak, Allah sevgisini bilecek. Müteakiben anne baba hakkı, akraba hakkı, karşılıklı saygı, sevgi ve topluma karşı görevlerini bilmeli.  Eğer bunları yeteri kadar verebilirsek yeni yetişen nesillere, o zaman hiç bir evlat; bırakın cinayeti, anne babaya karşı "of" bile demeyecektir. Hırsızlık, uyuşturucu ve şiddet gibi kötü davranışlar toplumda olmayacaktır. Dinimizin çok önem verdiği konulardan olan "KUL HAKKI”nın şuurlara yerleştirilmesi, toplumsal barışın ve hoşgörünün tesis edilmesinde büyük bir vazife yapmış olacaktır. Aile içi şiddet ortadan kalkacaktır. İnsanların her birinin başına birer kolluk kuvveti dikmenin mümkün olmadığı gerçeğini düşünürsek, verilecek olan dini terbiye ve eğitimin ne kadar büyük bir görev ifa ettiği ortaya çıkacaktır. Gerçek İslam’ın yaşandığı bir toplumda bu sıkıntıların yaşanması mümkün değildir.

Çünkü Allah’ü Teâlâ, Tevbe Suresi’nin 71. Ayeti’nde; “Vel mu’minûne vel mu’minâtu ba’duhum evlîyâu ba’d(ba’din), ye’murûne bil ma’rûfi ve yenhevne anil munkeri ve yukîmûnas salâte ve yu’tûnez zekâte ve yutîûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike se yerhamuhumullâh(yerhamuhumullâhu), innallâhe azîzun hakîm(hakîmun).”

“Ve mü`min erkekler ve mü`min kadınlar, birbirlerinin dostlarıdır. Ma`ruf ile emreder ve münkerden nehyederler (yasaklarlar) ve namazı ikâme ederler ve zekâtı verirler. Allah ve O`nun Resûl`üne itaat ederler. İşte onlar, Allah, onlara rahmet edecek. Muhakkak ki Allah; Azîz`dir, Hakîm`dir.” diyor.

GERÇEK KİMLİĞİMİZ

Osmanlı, hiçbir devlete, kabileye ya da topluma kötü bir davranış sergileyemezdi. Bu Osmanlı’nın yapısında vardı. Çünkü herkes Tasavvuf Âdabı üzerine terbiye edilirdi.

Toplumun bu şekilde bir bütün olarak terbiye edilmesi lâzım. Bu terbiye anaokulundan başlamalı. İlkokulu, ortaokulu, liseyi ve üniversiteyi kapsamalı.

Türkiye’nin ebedi olarak yaşaması için, inançlı bir toplum oluşturulması bir mecburiyettir. Devlet, insanlara tasavvuf eğitimi vermeli. Osmanlı`yı Osmanlı yapan, bazı kendini bilmezlerin ‘İrtica’ olarak nitelendirdiği ‘Tasavvuf’ inancından başka bir şey değildi. Ne zaman ki; Tasavvuf rafa kaldırıldı; Batı da Osmanlı’yı rafa kaldırdı…

İnsanların birbirine sevgi duyduğu ve huzur içinde bir toplumda sizce polis ve jandarma teşkilatına ihtiyaç var mı?

6 yüzyılda sadece 6 idamın gerçekleştiği Osmanlı’daki insan profiline bir göz atalım isterseniz.

Osmanlı’da bir kişi kendi kendine bir karar vermiş.

Diyor ki:  “Ben şimdi bir defter alacağım, bütün evliyaları ona yazmaya başlayacağım.”

Kafasında bu düşünceyle bakkala gidiyor; “Defter almak istiyorum.” diyor.

 Bakkal gülümsüyor, defteri veriyor. Arkasından da diyor ki: “Beni de yaz.”

Adam şaşırıyor. Hiçbir şey söylemediği halde o kişi o deftere evliyaların yazılacağını önceden biliyor.

Kasabın önünden geçerken kasap içerden sesleniyor: “O defter var ya, beni de yaz oraya!

Manavın önünden geçerken manav sesleniyor: “Beni de beni de yaz!” diyor.

Bir devlet düşünün! Ordusu, Allah’ın ordusudur. Yeniçeri ocağına, acemi oğlan olarak dahil olabilmek, mutlaka Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişinin mürşidine tâbî olmasıyla mümkündü. Yeniçeri ocağının piri, Hacı Bektaşi Velî idi. Öyleyse asker ocağı Allah’a ait bir asker ocağıydı.

İşte onlar sevgili kardeşlerim, Allah ile bir oldular. Hayranlık uyandırdılar.

İşte basit bir misal:

II. Murat seferde, sabah teftişinde, içtimada! Bir musevi bezirgân, padişahın atının yularını tutuyor.

— Padişahım! Maruzatım var.

— Söyle bakalım, bezirgânbaşı! Nedir durum?

— (Diyor ki:) Senin askerlerin benim bahçemden elma almışlar ama parasını oraya bırakmamışlar.

— (II. Murat buna dehşetle üzülüyor ve askerlere dönüyor, diyor ki:) Beni, bu duruma nasıl düşürürsünüz? Ben, size demedim mi? “Kul borcu ile askere girilmez. Hazineden alın paranızı, borcunuzu ödeyin. Öyle gelin, benim askerim olun, Allah’ın askeri olun.” Ben aranızda kul borcu olmayanların benimle beraber olduğunu düşünüyordum ama bunu yapmışsanız aramızda kul borcu olanlar var demektir. Bu konuya ne kadar önem verdiğimi bildiğiniz halde bana bunu nasıl yaptınız! (Diyor ve soruyor:) Kim yaptı bunu?

 — (Askerlerden bir kişi bir adım öne çıkarak!) Ben yaptım padişahım!

 — Evlâdım! Söylediklerimi duydun. Hadi, bana cevap ver! Nasıl yaptın bana bunu?

 — Padişahım! Bunun 1. sebebi; elma yerdeydi. 2. sebebi; elma çürüktü ve benim de üzerimde para yoktu. O yerdeki çürük elmayı aldım ve sadece onu yedim ama benimle beraber olan şu iki arkadaşım oradaydı. Onlar dallardan meyve kopardılar ve parasını da oraya koydular. Padişahım, soralım emir buyurursanız bezirgânbaşına “Öyle miydi?” diye.

 — (Bezirgânbaşı:) Evet, efendim! Öyleydi. Birçok dalda para buldum.

 Ve kesinleşiyor ki elma yerde olan bir çürük elma.

 — (Ve er diyor ki:) Padişahım! Ben yerde olan çürük bir elmanın para edebileceğini düşünemedim. Yoksa arkadaşlarımdan alırdım, oraya koyardım. Onlar, kendileri o sırada kendi işleriyle meşgul oldukları için, benim yaptığımdan haberdar olmadılar.

 — ( II. Murat diyor ki:) Bezirgânbaşı doğru mu söyledikleri?

 — Doğru.  (diyor.)

 — O yerdeki çürük elma için ne kadar para istiyorsun? (Diyor padişah.)

 — Bir kese altın isterim. (diyor.)

 — (Padişah hemen emir veriyor.) Getirin. Bir kese altını, bu bezirgâna verin.

 — (Vezirlerden biri dayanamamış.) Padişahım! Bir çürük elma için bir kese altın fazla değil mi?

 — (II. Murat ona dikkatle bakmış. Demiş ki:) O, hak sahibidir. Şimdi, Allah onun tarafında. O ister, biz ona veririz

 Bir kese altın getirilmiş. Bezirgâna teslim edilmiş. Bezirgân elinin tersiyle altın kesesini itmiş.

 — (Ve demiş ki:) Beni de aranıza alın!

 İşte onlar Osmanlı’ydı. Onlar tasavvufu yaşadılar. İslâm’ı yaşadılar, kâinatın tek dinini, Hz. İbrâhîm’in hanif dinini, Hz. Âdem’in dînini, bütün peygamberlerin yaşadığı yegâne Hanif dini ( İslam’ı) yaşadılar.

 Osmanlı zamanında alışveriş yapanlar, ticaret yapanlar, ticaretlerine en ufak bir haram karıştırmazlardı. Böyle bir şey mümkün olamazdı. Herkes aldığı maldan %100 emindi. Her tarafta tam bir güven hâkimdi.

 Herkesin birbirine sevgi gösterdiği, büyüklerin küçüklere sevgi gösterdiği, küçüklerin büyüklere hürmet ve saygı gösterdiği bir toplum dizaynı vardı. Çünkü hepsi İslam ahlakı olan ‘Tasavvuf’la yetiştiriliyordu ve hepsi Evliya idi.

 Tasavvuf kelime anlamı; kemale ermek için ruhu, ibadet, zikir ve fikir gibi şeylerle terbiye ettirip nefsin kalbindeki hastalıklarından kurtulma yolunu gösteren ilimdir.

Tasavvufta kalbin terbiyesi ve ihsan halini bulması için üç safhada gerçekleştirilmektedir.

Birinci safha; manevi kirlerden temizlik.

İkinci safha; yüksek ahlâklarla güzellik.

Üçüncü safha; ilâhî huzurda kabul ve Yüce Allah ile beraberliktir.  Allah’a dost olma yoludur. Bu yola girenlerin Allah rızasından başka bir hedefi olamaz.

Tasavvuf’u, hayatında uygulayan bir kişinin zaten ne yaşadığı devlete, ne de yaşadığı topluma zararı dokunmaz. Bilakis toplumun gelişimi ve birlikteliğine çok büyük katkıları olur.

Tasavvuf ile ilgili şu ayeti de örnek verebiliriz.

Al-i İmran Suresi 57. Ayet: “Ve emmellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe yuveffîhim ucûrehum vallâhu lâ yuhibbuz zâlimîn(zâlimîne).”

“Lakin, âmenû olan (ölmeden önce Allah`a ulaşmayı dileyen) ve amilus sâlihat (nefsi tezkiye edici amel) yapanlara ise ecirleri (mükafaatları) ödenir. Ve Allah, zâlimleri sevmez.”

Ve son peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V)’den bugüne kadar geçen süre; 1400 küsur yıl. Bu süreç içerisinde iblis gene pek çok şeyi tarumar etmeyi başarmış.

Şeytanın İslâm Âlemine Unutturduğu Gerçekler:

• Allah’a ulaşmayı dilemek,

• Mürşide ulaşıp, tâbiiyet,

• Ruhu Allah’a ulaştırıp Allah’a teslim etmek,

• Muhsinlerden biri olarak fizik vücudu Allah’a teslim etmek,

• Nefsi bütün afetlerden kurtararak Allah’a teslim etmek,

• İrşada ulaşmak

• Ve iradeyi Allah’a teslim etmekten oluşan 7 safhalı İslâm, artık İslâm’ı yaşadıklarını düşünen insanların %90’ından daha fazlası tarafından yaşanmıyor.

GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’Sİ İÇİN İYİ BİR TANIMLAMA

"Körebe oynarken `görüyor musun?`  diye soranlara `yok valla` dediği halde aslında görenler. Futbol oynarken, elle gol atanlar. Başkasının sırasını aldığı için gurur duyanlar. Sevgilisini `çok uykum var` diyerek kandırıp, dışarı çıkanlar. Sokakta bir kadını bıçaklayarak, dövebilenler ama sarılıp sevemeyenler. Siyaset adı altında alenen halkı soyanlar ve rüşvet alanlar. Hakkını arayan insanları suçlu gösterenler... vs." bu örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir.

"İnsanları yasa ve ceza ile yönetirseniz, onlar bir daha yanlış yapmayacaklar, ancak şeref ve utanma duygularına da sahip olmayacaklardır. İnsanları İslam, ahlak ve Kuran-ı Kerim kuralları ile yönetirseniz, o zaman onlar hem utanma duygusuna sahip olacaklar, hem de doğruyu yapmaya çalışacaklardır."

Herkesin sulh ve sükûna ulaştığı bir dünya nizamı ve İslam ahlakının temel taşlarından olan, ‘Tasavvuf’un yaşanmasıyla ve gerçekleşmesi beklenen İslam Birliği’nin en kısa sürede dünyaya hâkim olmasını dilerim.

Ayrıca,  Hz. İsa (A.S.)`ın doğum günü olan Miladi Yılbaşı’nı ve Mekke’nin Fethi’ni; bu mübarek günlere yakışır bir biçimde kutlamanızı temenni ederim.  Sağlıcakla kalın..



Sayfayı Yazdır
Print Friendly / PDF
Sosyal Paylaşım
Google
Etiketler :
İsim Soyisim :
E-Mail :
UYARI : Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Uyarı
Güvenlik kodu :
DİĞER HABERLER
Bulancak Ajans
Son Yorumlar
Deftere Yaz
Ziyaretçi Defteri
Düşünce ve Önerilerinizi bizimle paylaşın.
1. LİG PUAN DURUMU
Foother
SOSYAL MEDYA
Facebook Twitter RSS Sitemap
"Aydındere Haber Giresun Haber Karadeniz Haber | https://aydindere.com/"   Tum Hakları Saklıdır. © 2023 - 2024
Her hakkı saklıdır. Aydindere.com kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz. Haberlere yazılan yorumlardan kullanıcılar, köşe yazılarından ise yazarları sorumludur. Copyright © 2009 Sosyal Medya Uzmanı Gazeteler sanalbasin.com üyesidir