Allah, kulu olan insanı seviyor. Çünkü nefes alsın diye oksijeni yarattı, içsin diye suyu, yesinler diye bitkileri ve hayvanları yarattı.
Yani, Allah’ü Teala
bütün kâinatı insanlara hizmetine sunmuştur. Bunun sebebi de Allah’ü
Teala’nın katında en değerli ve şerefli yaratılmış varlık, insandır.
Allah’ü
Teala tarafından bu kadar değer verilen insanın kendini incelemesi ve
tanıması gerekmez mi? Allah’û Tealâ insanları yaratmadan önce melekler
ve cinler vardı. Hatta kâinatta yaratılmış olan her şey insanlardan önce
yaratılmıştı. Allahû Tealâ, insanı yaratmadan önce yarattığı bütün
mahlûkatı insan için hazırlamış ve hepsini insanın emrine vermiştir.
Allah’ın
katında en çok sevilen mahlûkların başında insan gelir. Biz insanlar
kendimizi ne kadar iyi tanırsak, Allahû Tealâ’nın bizi nasıl yarattığını
ne kadar iyi bilirsek, o kadar Allah’a yakın oluruz. Peygamber
Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V), bir hadisinde şöyle söylüyor: “Men
arefe nefsehu fekad arefe rabbehu.” “Nefsini bilen rabbini bilir.”
Şeytanın
hedefi; Allah neyi yasak etmişse, insanlara onu güzel göstermek ve
böylece insanları Allah`ın yasak ettiği fiilleri işlemeye sevk etmektir.
Allahû Tealâ, Bakara Suresi’nin 29. Ayeti Kerimesi’nde şöyle buyuruyor:
2/BAKARA-29:
Huvellezî halaka lekum mâ fîl ardı cemîan summestevâ iles semâi fe
sevvâhunne seb’a semâvât(semâvâtin), ve huve bi kulli şey’in
alîm(alîmun).
O (Allah) ki, yeryüzünde olanların hepsini sizin
için yarattı. Sonra (kudret ve iradesiyle) göğe yönelip, onları da yedi
(kat) gök olarak düzenledi. Ve o, Alîm`dir (her şeyi en iyi bilendir).
Allahû
Tealâ, sadece yeryüzünde olanları değil; yarattığı bütün mahlûkatı,
bütün kâinatı insan için yaratmıştır. Allahû Tealâ, Casiye Suresi’nin
13. Ayet-i Kerimesi’nde diyor ki:
45/CÂSİYE-13 “وَسَخَّرَ لَكُم
مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِّنْهُ إِنَّ فِي
ذَلِكَ لَآيَاتٍ لَّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ”
Ve sahhare lekum mâ fîs
semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li
kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Ve göklerde ve yerde
olanların hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size musahhar (emre
amade) kıldı. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için mutlaka
âyetler (ibretler) vardır.
Her rüyada nefs vücuttan ayrılır ve
sonsuz hızla hareket etmek imkânının sahibidir. Bilinmeyen âlemlerde,
bilinmeyen insanlarla karşılaşırsınız. Ve oralar normal standartlarda
uzay araçlarıyla da olsa kolay kolay gidilemeyecek çok uzak yerler de
olabilir.
Ruh, vücuttan ayrıldıktan sonra Allah`a doğru yaptığı
seyr-i sülûk adlı yolculukla, göklerde olan bütün gök katları insanın
emrine musahhar kılınmıştır ve de ruh onlara adım adım yükselir. Bu
yolculuğu Allah`ın kalp gözüne gösterdiği kişi görür ki gerçekten her
gök katındaki şeyler emre musahhar kılınmışlardır.
Faydasız ilim sahipleri, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Faydasız ilim sahiplerinden Allah`a sığınırım.
Hayata
yeniden başlamak istemez misiniz? Hayatınızdaki eksik parçayı
tamamlayınız. O`nu bulan neyi kaybetmiş? O`nu kaybeden neyi bulmuş.
Herkes dini, nefsi kadar yaşar. Allah`a ulaşmayı dileyiniz, nefsinizin
esiri olmayınız.
Eğer bir insan; "Ben Allah için yaratıldım,
ruhumu mutlaka Allah`a ulaştıracağım, bundan eminim" diye kesin bir
îmânın sahibiyse, bu kişi mutlaka ruhunu Allah`a ulaştırıp, onlar
hidayete erecek olan kişilerdir.
30/RÛM-32 “مِنَ الَّذِينَ فَرَّقُوا دِينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ”
“Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyeâ(şiyean), kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).”
(O
müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup
grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
2/BAKARA-8 وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ
Ve minen nâsi men yekûlu âmennâ billâhi ve bil yevmil âhıri ve mâ hum bi mu’minîn(mu’minîne).
Ve
insanlardan bir kısmı derler ki: “Biz Allah`a ve ahiret gününe (hayatta
iken ruhun Allah`a ulaşacağı güne) îmân ettik.” Ve onlar mü`min
değillerdir.
Bir kişi insan ruhunun ölümden evvel Allah`a
ulaşabileceğine inanmazsa, ruhunu Allah`a ulaştırmayı dileyemez. Bu
dilek yoksa kişi mü`min olamaz.
2/BAKARA-11 وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ قَالُواْ إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ
Ve izâ kîle lehum lâ tufsidû fîl ardı, kâlû innemâ nahnu muslihûn(muslihûne).
Onlara
(Allah`a ulaşmayı dilemedikleri için, kalpleri engelli ve başkalarını
hidayetten men ettikleri için Allah`ın hastalıklarını artırdığı
insanlara): “Yeryüzünde fesat çıkarmayın (başkalarını Allah`ın yolundan
men etmeyin)!” denildiği zaman: “Biz sadece ıslâh ediciyiz.” dediler.
ALLAH`A ŞİRK KOŞMAK, EN BÜYÜK GÜNAHLARDAN BİRİDİR
2/BAKARA-96
“وَلَتَجِدَنَّهُمْ أَحْرَصَ النَّاسِ عَلَى حَيَاةٍ وَمِنَ الَّذِينَ
أَشْرَكُواْ يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ أَلْفَ سَنَةٍ وَمَا هُوَ
بِمُزَحْزِحِهِ مِنَ الْعَذَابِ أَن يُعَمَّرَ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِمَا
يَعْمَلُونَ”
“Ve le tecidennehum ahrasan nâsi alâ hayâtin, ve
minellezîne eşrakû yeveddu ehaduhum lev yuammeru elfe seneh(senetin), ve
mâ huve bi muzahzihıhî minel azâbi en yuammer(yuammere), vallâhu
basîrun bimâ ya’melûn(ya’melûne).”
“Ve onları, hayata karşı
insanların en hırslısı bulursun. Ve (hatta) o şirk koşanlardan herbiri
şâyet bin sene ömürlendirilse, (yaşamayı) ister. Onun ömrünün
uzatılması, onu azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah yaptıklarınızı en
iyi görendir.”
Dünya hayatı, nefsin taleplerine dayalıdır. Nefsin
kalbi doğuştan itibaren öfke, kin, kıskançlık, haset, düşmanlık,
iptilâlar, isyan, cehalet, cimrilik gibi nefsin afetleriyle doludur. Ve
şeytan, hepsine tesir etmek imkânının sahibidir.
Şeytanın
hedefi, Allah neyi yasak etmişse, insanlara onu güzel göstermek ve
böylece insanları Allah`ın yasak ettiği fiilleri işlemeye sevk etmek,
Allah neyi emretmişse onları da çirkin göstermek ve insanları Allah`ın
emirlerinden uzaklaştırmaktır. Nefsin afetleri zaten Allah`ın yasak
ettiği fiilleri ister, Allah`ın emrettiği şeylere karşı çıkar. Şeytanın
bütün talepleri, nefsin afetlerinin talebiyle paraleldir. zaten nefs bu
istikamette teçhiz edilmiştir. Şeytan nefsi daha çok güçlendirecek, ona
cesaret verecek, onu Allah`ın yasak ettiği fiilleri daha çok işlemeye
sevk edecek, Allah`ın emrettiği şeyleri yapmamaya daha çok istekli
kılacak bir hüviyette bulundurmak ister. Bunun için sonsuz bir gayretin
içindedir.
İsrail kavminin de doğuşlarından itibaren var olan
nefslerinin Allah`ın yasak ettiği şeylere olan talebi ve nefslerinin
Allah`ın emrettiği şeyleri yapmamaya karşı olan talebi üst seviyededir.
Ve kim nefsine en çok tâbîyse, onlar en çok hırslı olanlar, şeytanın
azdırdığı insanlardır.
Allahû Teâlâ’nın azabı mutlaka Allah`ı ve
söylediklerini inkâr edenlere ulaşacaktır. Bu azabın muhtevasını Allah
tayin eder. Bazı insanları yaşatmaya devam eder ama onlar yaşadıkça
üzerlerine Allah`ın gazabını daha çok çekerler. Ve kıyâmet günü cehennem
söz konusu olduğunda onlar, "Keşke o zaman gereğini yapsaydık da Allahû
Tealâ bizi bir an evvel dünyadan almış olsaydı, bu kadar büyük
azapların içine girmezdik." diyecekler.
Ve Allahû Tealâ şu gerçeği söylüyor: "Allah, yaptıklarınızı görendir."
Fesatın muhtevası, Rad Suresi`nin 25, Hac Suresi`nin 8 ve Mu`min Suresi`nin 56. Ayet-i Kerimeleri’nde verilmektedir.
Müfsitler,
Allah`a ulaşmayı dilemedikleri için Allah`ın âyetlerinden gâfil ve
Allah`a asi olan bu ilimsizler, Allah`ın emrini yerine getirmeyerek
hidayetçiye tâbî olmazlar. Sadece kendileri emirleri yerine getirmeyerek
cehenneme gitmenin ötesinde, Kur`ân-ı Kerim gibi nurlu bir kitaba
dayanmadan el yazması kitaplardan verdikleri yanlış dîn bilgilerini
diğer insanlara öğretip milyonlarca insanın da cehenneme gitmesine sebep
oldukları için onlar yeryüzünde fesat çıkaranlardır: Allahû Tealâ bu
faydasız ilim sahiplerinden Allah`a sığınmamızı Mu`min Suresi 56. Ayet-i
Kerimesi’nde emrediyor.
40/MU`MİN-56: İnnellezîne yucâdilûne fî
âyâtillâhi bi gayri sultânin etâhum in fî sudûrihim illâ kibrun mâ hum
bi bâligîh(bâligîhi), festeiz billâh(billâhi), innehu huves semîul
basîr(basîru).
Muhakkak ki, kendilerine gelmiş bir sultan
(delil) olmaksızın, Allah`ın Âyetleri hakkında mücâdele edenlerin
sinelerinde sadece (Allah`a) ulaşamayacakları bir kibir vardır. Artık
Allah`a sığın, muhakkak ki O, en iyi işiten ve en iyi görendir.
Burada
fesat ve ıslâh olmak üzere zıt iki kavram vardır. Fesat, insanları
Allah`a ulaşmayı dilemekten men etmektir. Fesat çıkarmak, iki ayrı grubu
oluşturmak demektir. Böyle bir şeyi İslâm kesinlikle emretmez.
13/RA`D-25:
Vellezîne yankudûne ahdallâhi min ba’di mîsâkıhi ve yaktaûne mâ
emerallâhu bihi en yûsale ve yufsidûne fîl ardı ulâike lehumul la’netu
ve lehum sûud dâr(dâri).
Onlar, misaklerinden sonra (ruhlarını,
vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim edeceklerine dair ezelde
Allah`a misak verdikten sonra) Allah`ın ahdini bozarlar (ruhlarını,
vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah`a teslim etmezler). Ve
Allah`ın, O`na (Allah`a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler
(ruhlarını Allah`a ulaştırmazlar). Ve yeryüzünde fesat çıkarırlar (başka
insanların da Sıratı Mustakîm`e ulaşmalarına mani oldukları için fesat
çıkarırlar). Lânet onlar içindir. Ve yurdun kötüsü (cehennem) onlar
içindir.
22/HACC-8: Ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).
Ve
insanlardan (öyle) kimseler vardır ki; bir ilme, bir hidayetçiye ve
nurlu (aydınlatıcı) bir kitaba sahip olmaksızın Allah hakkında mücâdele
eder.
İslâm`ın emrettiği ıslâh ayrılıkları ve düşmanlıkları
önlemek suretiyle insanlar arasında barışı, kardeşliği ve dostluğu tesis
etmektir.
Allah`a ulaşmayı dileyerek mü`min olanlar mürşidin
önünde tövbe ettiklerinde günahları sevaba çevrilir ve amilüssalihat
yapmaya başlarlar.
Gerçekten ıslâh edici amellerde bulunanlar
"biz sadece ıslâh edicileriz" diyen kişiler değil, bunların tam
karşısında olup nefsin ıslâhıyla meşgul olanlardır. Bu öyle bir
kurnazlık ki, bu kişiler hem Allah`ın yoluna girmezler hem Allah`a
ulaşmaktan men ederler, hem de kendilerini Allah`ın yolundaymış gibi
ıslâh ediciler olarak tanıtırlar.
Sahâbe, Peygamber Efendimiz
Muhammed Mustafa (S.A.V.)`e tâbî olmuş ve tâbî oldukları anda nefs
tezkiyesine başlamışlar, zikir yapmışlar. Zikirle, Allah`tan gelen
rahmet, fazl ve salâvâttan fazıllar kalplerine yerleşmeye başlamış,
ruhları da Allah`a doğru yola çıkmış; yedi kademede yedi gök katını
aşarak Allah`a ulaşmışlardır.
İşte Rad Suresi`nin 25. Ayet-i
Kerimesi’nde bu yolculuğu gerçekleştirmek istemeyenler, yeryüzünde fesat
çıkaranlar olarak adlandırılmaktadır.
Allah`ın indirdiği
Kitab`ın ruhuna ve Allah`a ulaşamamak söz konusudur. Kibirleri sebebiyle
Allah`a ulaşmayı dilemeyen insanlar mürşide de tâbî olmazlar.
Olmazlarsa Allah`a ulaşmaları da hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu
kibirli insanlar, kendilerine söylenenlere asla inanmazlar. Kur`ân,
onlar için inanmış göründükleri ama inanmadıkları bir kitaptır. Bu
konuyu en güzel A`raf Suresi’nin146. Ayet-i Kerimesi anlatıyor:
7/A`RÂF-146:
Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in
yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ
yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu
sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ
gâfilîn(gâfilîne).
Yeryüzünde haksız yere kibirlenen kimseleri,
âyetlerimizden çevireceğim. Bütün âyetleri görseler, ona inanmazlar.
Eğer rüşd yolunu görseler, onu yol edinmezler. Ve gayy yolunu görseler,
onu yol edinirler. Bu; onların, âyetlerimizi yalanlamaları ve ondan
gâfil olmaları sebebiyledir.
Kibirleri yüzünden mürşidleri küçük
görürler. Allah`a ulaşmayı dilemezler, onlar kendilerini otorite
sayarlar. Halbuki ne kendilerini kurtarabilirler ne de başka insanları.
Böyle olunca da yani, tâbiiyet gerçekleşmeyince de, hiçbir zaman ruhları
vücutlarından ayrılıp Allah`a ulaşamaz. Onlar, Allah`a ulaşılacağına
inanmazlar. İnanmadıkları için de, hiçbir zaman Allah`a ulaşmayı
dilemeyeceklerdir. Onlar "ruhu vücudundan ayrılan insan ölür."
diyenlerdir.
Başka insanlardan da kim Allah`a ulaşmayı dilerse,
buna mani olmaya çalışacaklardır. Bu sebeple, ne Kur’an’ın ruhuna ne de
Allah`ın Zat`ına ulaşmalarına mani olan bir kibrin sahipleridirler. Ama
onların, Allah`ın Zat`ına ulaşmaları hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.
Hâlbuki Allah`a ulaşmayı dileseler, onlar Allah`a ulaşmayacak; Allah
ulaştıracak onları kendisine.
2/BAKARA-44 أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
E te’murûnen nâse bil birri ve tensevne enfusekum ve entum tetlûnel kitâb(kitâbe) e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
İnsanlara
birr`i (tezkiye ve teslim olmayı) emrediyorsunuz da siz kendinizi
unutuyor musunuz? Ve siz, Kitab`ı okuduğunuz halde hâlâ akıl etmiyor
musunuz?
Birr müessesesine bakıldığında insanların ikiye
ayrıldığı görülür. Ebrar, birrin sahipleri olarak, füccar da bütün
negatif faktörlerin sahipleri olarak geçer. Bir başka ayırım da Kur`ân-ı
Kerim`de, cennete gidecek olanların ebrar, cehenneme gidecek olanların
da füccar adını almasıdır.
83/MUTAFFİFÎN-7: Kellâ inne kitâbel fuccâri le fî siccîn(siccînin).
Hayır,
muhakkak ki, füccarın (şeytanın fücuruna tâbî olan kâfirlerin)
kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette siccîndedir (zemin kattan 7
kat aşağıda olan zülmanî kader hücrelerindedir).
83/MUTAFFİFÎN-18: Kellâ inne kitâbel ebrâri lefî illiyyîn(illiyyîne).
Hayır,
muhakkak ki ebrar olanların (Allah`a ulaşmayı dileyenlerin, hidayette
olanların) kitapları (kayıtları, hayat filmleri) elbette illiyyin`dedir
(zemin kattan 7 kat yukarıda olan birinci âlemdeki kader
hücrelerindedir).
Cennetin bütün katları, 3. basamaktan 28.
basamağın sonuna kadar olan bütün kademeler, ebrarı ihata etmektedir. 1.
ve 2. basamakta olanlar ise 7 kat cehenneme gidecek olanlardır. Allahû
Tealâ`nın birr tarifi, Bakara-177`de verilmektedir:
2/BAKARA-177:
Leysel birre en tuvellû vucûhekum kıbelel maşrıkı vel magrıbi ve
lâkinnel birre men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel
kitâbi ven nebiyyîn(nebiyyîne), ve âtel mâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel
yetâmâ vel mesâkîne vebnes sebîli, ves sâilîne ve fîr rıkâb(rıkâbi), ve
ekâmes salâte ve âtez zekât(zekâte), vel mûfûne bi ahdihim izâ
âhed(âhedû), ves sâbirîne fîl be’sâi ved darrâi ve hînel be’s(be’si)
ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul muttekûn(muttekûne).
Yüzlerinizi
doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar
kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin birr, kişinin, Allah`a, yevm`il
âhire (Allah`a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe)
meleklere, Kitab`a ve peygamberlere îmân etmesi ve sevdiği maldan,
akrabalara (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz
durumda olan ihtiyarlara), yolda kalmış yolculara, isteyen (muhtaçlara),
köle ve (kurtulmaları için) esirlere vermesi ve namazı kılması, zekâtı
vermesidir. Ve (Allah`a ve insanlara) ahd verdikleri zaman ahdlerine
vefa edenler (yerine getirenler), zorlukta ve darlıkta ve şiddetli savaş
halinde sabredenler, işte onlar sadık olanlardır. İşte onlar
muttekilerdir (takva sahibi olanlardır).
Bir kişinin kazancında 7
grup insanın hakkı vardır. Sadece zekât vermekle kalmayıp zekâtın
ötesinde onlara da haklarını vermelidir. Birr, kurtuluşun bütününü ifade
eden bir kelimedir. Bütün cennete gidenler ebrardır ve muhtevası
takvayla oluşur. Bütün cehenneme gidenler füccardır ve muhtevası da
füccurla oluşur.
91/ŞEMS-7 وَنَفْسٍ وَمَا سَوَّاهَا Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).
"Nefse
ve onu sevva edene andolsun." buyruluyor. Nefs, emmare, levvame,
mülhime, mutmainne, radiye, mardiyye, tezkiye isimli 7 kademede tezkiye
olur. Her kademede, başlangıçta tamamen afetlerle dolu olan nefs, %7
afetleri azalarak %51 temizlikte tezkiye olur ve ruh Allah`a ulaşarak
teslim olur. Temizlik %100`e ulaştığı zaman nefs tasfiye olur. Ruh,
vech, nefs ve irade sırayla Allah`a teslim olurlar.
91/ŞEMS-8 فَأَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوَاهَا Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.
Sonra Allah nefse fücurunu, yani devamlı günah işleyen bir dizaynı ve devamlı hayra dönük işlemler yapan takvasını ilham etti.
91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.
Allahû Tealâ Kur`ân`da: "hâlâ akıl etmez misiniz?" buyurmaktadır.
2/BAKARA-156 “الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعونَ”
Ellezîne izâ esâbethum musîbetun, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar
ki, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman: “Biz muhakkak ki Allah
içiniz (O`na ulaşmak ve teslim olmak için yaratıldık) ve muhakkak O`na
döneceğiz (ulaşacağız).” derler.
Allahû Tealâ, ruhun Allah`a
tesliminden bahsetmektedir. Ruhu ölmeden evvel Allah`a ulaştırmak
teslimlerden ilkidir. Allah`a ulaşmayı dilemek ve teslimler üzerimize 12
defa farz kılınmıştır. Huşû sahipleri Allah`a ruhlarını ölmeden evvel
yakîn hâsıl ederek ulaştıracaklarına ve öldükten sonra da ruhlarının
Azrail (A.S.) tarafından tekrar Allah`a geri döndürüleceğine kesin
şekilde inanırlar.
İnsanoğlu Allah için yaratılmıştır. Allah
için yaratılmak Allah`a teslim olmak için yaratılmak demektir. Ancak
teslim olunca yaradılış gayesine uygun hareket edilmiş olur. Ve ruhun
Allah`tan geldiğine, mutlaka Allah`a geri dönmesi lâzımgeldiğine inanan
insan Allah`ın aslî hedefine ulaşmıştır. Allah için olmak üç vücudu ve
iradeyi içine alır. Ruh, fizik vücut, nefs, irade onların yegâne sahibi
olan Allah`a teslim edilmek için yaratılmışlardır. İnsan herşeyiyle
Allah`a aittir.
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah`tan)
sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o
(Hacet Namazı ile Allah`a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi
olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar
(o huşû sahipleri) ki, Rab`lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki
olacaklarına ve (sonunda ölümle) O`na döneceklerine yakîn derecesinde
inanırlar.
Bakara-46`daki "emin oluş"la Bakara-157`deki "emin
oluş" kesindir. Her ikisinde de insanlar ruhlarını ölmeden evvel,
Allah`a ulaştıracaklarına kesin şekilde inanmışlardır. Her iki âyetteki
bu kesinliğin sonucunu Bakara Suresi`nin 157. âyet-i kerimesinde
görüyoruz. Eğer bir insan; "Ben Allah için yaratıldım, ruhumu mutlaka
Allah`a ulaştıracağım, bundan eminim" diye bir kesin îmânın sahibiyse,
bu kişi mutlaka ruhunu Allah`a ulaştırıp, onlar hidayete erecektir.
Çünkü Allah hidayete erenlerin sadece onlar olduğunu, bundan sonraki
âyette kesinleştirmiş.
BAKARA-120: ...inne hüdallahi hüvel hüda...
ALLAH’a ulaşmak varya işte o hidayettir
İnne: Muhakak ki şüphesiz ki,
hudâllâhi: ALLAH’a ulaşmak, ALLAH’a vasıl olmak,
huve: İşte o,
hudâ: Hidayettir.”
ÂLİ İMRAN-73: ...innel hüda hüdallah...
Muhakkaki hidayet ALLAH’a ulaşmaktır.
İnne: Muhakkak ki;
el hudâ: Hidayet,
hudallâhi: ALLAH’a hidayet olmaktır.”
Ey Allah’a ulaşmayı dilemeyenler…!
Allah’ın sizin için hazırladığı cennetlere koşmak istemiyor musunuz?
Neden?
Allah’ın
davetine kulak vermeyip, dikkate almayanlar, şunu çok iyi bilin ki
muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmayı dilemektir. Bu uyarıları Kuran-ı
Kerim ayetleri aracılığı ile Allah sizlere bildiriyor. Bunları Allah’ın
rızasını kazanmak, Allah’ın dinini yaymak ve O’na yardım etmek için
yapıyoruz. Allah’ın bize ve bizim yardımımıza aslında ihtiyacı yok. Ama
bizim Allah’ın emirlerine uymaya mecburiyetimiz var. Çünkü şöyle bir
düşünün. Allah’ın ipinden başka tutunacak ve güvenecek neyimiz var ki?
İnsanları şeytanın yoluna gitmekten alıkoymak ve Allah’ın rızasını
kazanmak için yapılan tebliğe dikkat ediniz. İnanıp inanmamak sizlerin
iradesine bağlı, bizim işimiz sadece tebliğdir.
Hidayeti şimdiye kadar doğru yol olarak bildik, ama hangi yolun doğru yol olduğunu bilemedik.
Sırat-ı
Mustakim, bir zıtlıklar abidesi olan insanın bünyesinde Allah’tan
gelmiş olan ruhu, tekrar sahibine götüren yoldur. Yaşantınızın ve
çevrenizdeki insanların düzelmesini istiyorsanız; Sırat-ı Mustakim’i
kendinize tek doğru yol olarak belirleyip ve bu şekilde kendinizi
düzeltmeye çalışın.
Yüce Rabbimizin hepinizi; hem dünya, hem de ahiret saadetine ulaştırması dileklerimle. Allah’a emanet olunuz.